Trafik mağdurlarının isyanı var
Bir ev, bir oda, bir yatak, kişisel eşyalar.
Onlara bakmak, sarılmak, öpüp, koklamak.
Ve neler yaşattığını hayal etmek, bitmek bilmeyen anılar içinde, yaşama tutunmaya çalışmak.
Bazen, çok zor olur, düşünmek, duyguları beslemek, konuşmak, yazmak.
Bazen de çok kolay olur, bir anda, düşünceden, akıldan, dile, oradan parmaklara ve bilgisayar tuşları ile bir bütün olarak, bir yazıya hayat vermek.
İşte, öyle bir yazı bu.
Toplum ve ülke olarak, çok siyasallaştık, popülizm en önemli şey, ancak, daha öncelikli meseleleri kaçırıyoruz.
İnsanı mesela, hayatı, her ne üretilecek, yapılacaksa, insan için yapılmalıdır.
Birçok ülkeden ayrıldığımız nokta budur.
Koskoca bir kazan bu memleket ve sadece kaynıyor, insanlar birbirinin üzerine basarak, birbirini aşağıya çekerek, bir yerlere çıkabileceğini zannediyor.
Çok iyisini ve güzelini, hak ettiğini, talep etmesi gerektiğini, baskı unsuru yaratması zorunluluğunu, gücünü ne zaman fark edecek bu ülke insanı?
Belki konudan bağımsız bir giriş oldu ama bu yazının geri kalanı insan için.
Günlerdir, yargı, hukuk, adalet tartışılıyor, konu önde gelen isimler olunca daha farklı bir hale geliyor.
Acının okyanus olduğu, içinde olmayanın, yaşamayanın empati bile yapamadığı bir başka dram ve bu dramların yaşayanları var.
Bir haber başlığı, ya da yanımızdan geçen bir acı ambulans sesiyle bir an düşündüğümüz, hayatların kaybolduğu, kandan, ezilmiş demir parçası araçlardan sonra, geçmeye devam ettiğimiz, yollar.
Trafik kazaları, sonrasında yaşanan tarifsiz acılar, geride kalan, anneler, babalar, eş, çocuk, dost, arkadaş, akraba ve ölmeyen anılar.
Bir anne, bir evlat, bir özlem, dinmeyen yürek sızıları.
Alınmayan önlemeler, sonu gelmeyen davalar.
Acının üstüne tuz dökercesine, katmerlenen isyanlar.
Evlat acısı kolay mı, biter mi, diner mi?
Şimdi evlat acısı ile yanan iki anneye kulak verelim;
Sezal Kurtdemir;
“Ben bir anneyim.
Tek evladım Cemre’yi, 285 promil alkollü bir sürücünün sorumsuzluğu yüzünden toprağa verdim.
19 aydır, her sabah gözlerimi onsuz açıyor, her gece dualarıma adını ekliyorum. Bir evladın kokusunu, gülüşünü, hayallerini benden çaldılar.
Bir annenin en büyük emaneti evladıdır. Benim emanetime kıyıldı. Ama acımı daha da derinleştiren, bu katliamın bedelini ödemesi gereken kişinin “kefaletle” elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşmasıdır.
Benim yüreğim yanarken, adalet suskun.
Bir annenin gözyaşı, evladının canı, alkolden ağır mı?”
Trafik kazasında 25 yaşındaki oğlu Rifat Gezici’yi kaybeden anne Meryem Gezici;
“Evladımı mezara koyan bir anne, nasıl olur da katilin özgürlüğünü seyretsin?
Sen, 25 yaşında pırıl pırıl bir gençtin. Hemşire olarak göreve başlamıştın, önünde parlak bir gelecek vardı. Hayallerin büyüktü, düğününe sadece beş ay kalmıştı. Ama bir sürücünün sorumsuzluğu seni bizden kopardı. Şimdi evladını toprağa vermiş bir aile olarak ikinci kez aynı acıyı yaşıyoruz, çünkü seni hayattan koparan kişi serbest bırakıldı. Bu mu adalet? Rifat’ın hayatı bu kadar ucuz muydu?”
Elbette hiçbir hayat bu kadar ucuz değildir, olmamalıdır.
Her karar, her sonuç, toplumsal sonuçlar getirir, ben yine aynı noktadayım.
Yasalara, kanunlara, hepsine tamam.
Önemli bir başka nokta ise kamu vicdanıdır.
Her kararda bu da dikkate alınmalıdır.

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.