Kimlik, bellek ve yeni toplum sözleşmesi
Türkiye’nin en uzun soluklu ve çok katmanlı sorunlarından biri olan Kürt meselesi, sadece bir güvenlik sorunu olarak ele alınamayacak kadar derin, sadece bir etnik kimlik tartışması olarak da sınırlanamayacak kadar karmaşıktır. Bu mesele, modernleşme süreciyle bastırılmış çok kültürlü yapının yeniden konuşulmak istenmesiyle; devlet aklının merkeziyetçiliğiyle; geçmişin travmalarıyla ve en nihayetinde toplumun dönüşen kuşaklarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Kürt sorunu esasen dört temel düzlemde şekillenmiştir:
1.Kimlik düzlemi – anadil, kültürel ifade ve sembolik temsiliyet meselesi;
2.Siyasal düzlem – eşit yurttaşlık, yerel özerklik ve siyasi katılım;
3.Tarihsel-psikolojik düzlem – kolektif travmalar, bastırılmış anlatılar, inkâr politikaları;
4.Güvenlik düzlemi – PKK ve devlet arasındaki çatışmalar ve bu çatışmanın toplum üzerindeki yansımaları.
Çözüm bu katmanların yalnızca birini değil, hepsini gören bir bütüncüllükle mümkün olabilir.
Kürt meselesini sadece hukuki ve siyasi reformlarla çözmeye çalışmak, eksik ve yüzeysel bir yaklaşımdır. Burada Prof. Dr. Vamık Volkan’ın ‘büyük grup psikolojisi’ kuramı dikkate alınmalıdır. Çünkü Kürtler, kimliklerini yüzlerce yıllık kültürel bağlam içinde inşa ederken; Türk kimliği de modern cumhuriyetin kuruluş travmasıyla ‘bölünme korkusunu’ içselleştirmiştir.
Volkan’a göre bu tür büyük grup kimlikleri, “seçilmiş travmalar” ve “seçilmiş zaferler” aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Kürt toplumunun belleğindeki faili meçhuller, köy boşaltmaları, yasaklı yıllar; Türk toplumunun belleğinde ise bölünme, dış müdahale ve güvenlik endişesi yatmaktadır. Dolayısıyla çözüm, bu karşılıklı korkularla empatik bir yüzleşmeyi de içermelidir.
Burada Strauss-Howe kuşak teorisi ile de meseleye bakmak gerekir. 1960’larda ve 1980’lerde doğan kuşaklar, büyük ideolojik kamplaşmalardan doğan kutuplaşmaları hâlâ taşırken; milenyum sonrası doğan nesiller, kimliklerini daha bireysel, daha kültürler-ötesi bir bağlamda kurmaktadır. Bu nesil için “Kürt olmak” ya da “Türk olmak”, etnik bir çerçeveden çok, insan hakları ve yaşam tarzı üzerinden anlam kazanmaktadır. Barış süreci için umut taşıyan en önemli demografik veri budur.
Kürt sorunu için zaman zaman “federasyon” ya da “özerklik” önerileri sunulsa da, Türkiye gibi uzun süre üniter yapıya alışmış bir toplumda bu tür kavramlar hâlâ travmatik algılanmaktadır. Ancak bu, ademi merkeziyetçiliğin tamamen dışlanması gerektiği anlamına gelmez. Avrupa Konseyi’nin öngördüğü “yerel özerklik şartı” çerçevesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, hem Kürt bölgelerinde hem diğer illerde demokratik bir normalleşmenin yolunu açabilir.
Burada çözüm, üniter yapıyı korurken kültürel farklılıkları tanıyan çoğulcu bir vatandaşlık tanımı ile mümkündür. Tıpkı Kanada’nın Quebec çözümü gibi; etnik kimliğin tanınması, siyasi bütünlüğü parçalamadan da sağlanabilir.
Kimlik taleplerinin karşılanması, sadece yasal reformlarla değil, eğitim ve medya gibi sosyalizasyon araçlarıyla da gerçekleşir. Çokdilli müfredat, Kürt kültürünün ders kitaplarına dahil edilmesi ve medyada çoğulcu temsil, Kürt ve Türk toplumları arasındaki mesafeyi azaltabilir. Aynı zamanda ortak kamusal alanların artırılması –ortak tiyatro, sinema, belgesel üretimleri– gibi alanlar, birlikte duygulanım kurma zemini yaratabilir.
Sonuç olarak, Kürt meselesi bir günde çözülecek bir problem değil, ancak her gün üzerine düşünülmesi gereken bir toplumsal meseledir. Anayasal eşitlik, ademi merkeziyet, anadilde ifade özgürlüğü, tarihsel yüzleşme ve kolektif onarım; bu sürecin temel sütunlarıdır.
Çözüm, nihayetinde bir siyasi anlaşmadan çok bir toplumsal uzlaşma kültürünü gerektirir. Yani bir “metin” değil, bir “hal”dir. Kürt sorunu ancak Türklerin de Kürtlerin de korkularını ve umutlarını aynı masaya koyabildiği bir empati düzeyinde çözülebilir. Ve bu masa, siyasetçilerin değil, toplumun masası olmalıdır.

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.