Stress in America
Amerika'da derin bir çalışma sonuçlandı. Son araştırmalar gösteriyor ki, artık yalnızlık sadece bireyin tercihi değil, toplumsal bir durum haline geliyor. American Psychological Association’in (APA) 2025 yılının “Stress in America” araştırmasında yer verdiği ön bulgulara göre, ABD’de yetişkinlerin büyük çoğunluğu bu dönemde yalnızlık ve bölünmüşlük duygularını birlikte yaşadığını bildirmiş durumda.
Toplumsal kutuplaşmanın yalnızca siyasal bir mesele olmadığı artık net: o, insanın “başka biriyle bağ kurma” kapasitesini doğrudan tahrip ediyor. Araştırmaya göre, bölünmüş hissetmenin yüksek olduğu bireylerde ilişkilerde sabırsızlık artıyor, kendini dışlanmış hissetme oranı yükseliyor. Yani yalnızlık yalnızca “kendi kabuğuna çekilme” olarak değil, “toplumun parçası olamama” hâliyle de ifade buluyor.
Bu durum üç yönlü bir kriz yaratıyor:
Birincisi, ilişki krizidir. İnsanlar yüz yüze bağ kurma sürecinde zorluk yaşıyor. Ekranlar arasında geçirilen zaman, yüz yüze etkileşimleri gölgeliyor; “birlikte ama yalnız” hâli çoğalıyor.
İkincisi, kimlik ve aidiyet krizidir. Bölünmüşlük bireyin aidiyet hissini zayıflatıyor, “biz” duygusu yerini “ben ya da onlar” kutuplarına bırakıyor. Bu da yalnızlığı besliyor.
Üçüncüsü, ruh sağlığı krizidir. Yalnızlık ve dışlanmışlık hissi; stres, kaygı, değersizlik duygusu gibi psikolojik olumsuzluklarla doğrudan bağlantılı hâle geliyor.
Peki bu tablo tek tek bireylerin “ya sosyal etraftayım ya yalnızım” şeklinde bir seçim yaptığı anlamına mı geliyor? Hayır — daha derin bir yapı söz konusu. Bu yalnızlık, sistematik bir sorunun parçası. Çünkü toplumsal normlar, kültürel algılar ve teknoloji altyapıları birlikte çalışıyor: Sürekli görünür olma baskısı, içsel bağların göz önünde paylaşılması ve dijital performans… Hepsi bireyin gerçek anlamda bağlanmasını engelleyen bir atmosfer oluşturuyor.
Burada dikkat çekici olan bir nokta ise, gönüllü yalnızlık ile zorunlu yalnızlık arasındaki ince çizgi. Araştırmaya göre birçok kişi iletişime ihtiyaç duyduğunu söylüyor: %70’e yakın bir oran “duygusal destek aradım ama yeterince bulamadım” diyor. Ancak destek aramakla bulabilmek arasında bir uçurum var. Bu da “yalnızlık” terimini daha pasif bir durum olmaktan çıkarıp aktif bir sosyal eksiklik hâline getiriyor.
Bizim bağlamımıza dönersek — Türkiye, Kıbrıs ve daha geniş dünyada — bu bulgulardan ders alacak çok şey var. Her ne kadar kültürel, ekonomik, siyasal şartlar farklılık gösterse de, insan ilişkisinin, aidiyet hissinin ve görünmez bağların erimesi evrensel bir risktir. Bu yüzden önerim üç yönlü:
-
Yerel düzeyde bağ yaratmak: Mahallede, okulda, iş yerinde “birlikte yapılacak bir şey” yaratmak yalnızlığı azaltır. Teknoloji bunu sağlayan değil, engelleyen bir araç hâline gelebilir.
-
Sosyal normları yeniden düşünmek: Görünürlük her şey değil. Paylaşılmayan ama hissedilen bağların değeri yeniden hatırlanmalı. Toplum içinde “sessiz birliktelikler” önem kazanmalı.
-
Eğitim ve ruh sağlığı politikaları: Yalnızlık bir kişisel kusur değil, toplumsal gösterge. Eğitim sistemleri ve sağlık politikaları bu bağlamda yalnızlığı bir risk faktörü olarak ele almalı.
Sonuç olarak: Biz “bir arada ama yalnız” bir çağdayız. Ve yalnızlık, sadece bireysel bir sorun değil — toplumsal bir işarettir. Bağlarımız zayıfladıkça toplumun kendisi zayıflar. Eğer bugün bağlarımızı korumazsak, yarın yalnızlığın gölgesinde bir toplumu miras alabiliriz.
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.