İran-İsrail ve Hindistan Ziyareti Gündemleri

Yayın Tarihi: 24/06/25 09:23
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Geçtiğimiz haftalarda gerek yurt içinde gerekse diasporada, bölge ve dünya kamuoyunu ciddi derecede meşgul eden gelişmeler yaşandı. Bunların en dikkat çekicileri, İran-İsrail çatışması ve bölgesel çapta da Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Güney Kıbrıs ziyaretiydi.

Yazıya İran-İsrail çatışmasıyla başlayalım. İsrail’in son haftalarda üst düzey İranlı yetkilileri ve nükleer tesisleri hedef almasıyla başlayan, İran’ın misillemeleriyle tırmanan gerilim, ABD’nin savaş uçaklarıyla İran’a doğrudan müdahalesiyle ve dini lideri Ali Hamenei’i ölümle tehdit etmesiyle daha da genişledi. Bu gelişmeler sadece iki ülke arasındaki bir çatışma olmanın ötesine geçerek bölgesel dengeleri sarsacak boyuta ulaştı. Böylece bölge kelimenin tam anlamıyla bir ateş çemberine dönüşürken; ABD’nin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “koyu takım elbiseli adamlar” olarak tanımladığı kişiler tarafından nasıl yönlendirildiği de yeniden netleşmiş oldu. Bu tablo karşısında Siyonistlerin başını çektiği Batı merkezli emperyalist düzenin pozisyonu da bir kez daha gün yüzüne çıktı. İran’ın karşı hamlelerini “sükûnet” çağrısıyla bastırmaya çalışan bu yapı, iki yüz yıllık politik geçmişi ve Gazze’deki soykırıma karşı sergilediği suskunlukla ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Ve ne yazık ki içimizde daha hâlen - özellikle Kıbrıs meselesinde - bu Batı’dan sözüm ona barış getirecek gıyabında medet umanlar var.  

Oysa bölgemizde yaşananlar barışın ne denli kırılgan olduğunu ve samimi olarak kimin tarafından istendiğini, küçük bir kıvılcımın hem dünyada hem de yakın coğrafyamızda nasıl büyük yangınlara yol açabileceğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu gelişmeler Kıbrıs’a zaten doğrudan etki etmektedir. Zira Güney Kıbrıs’ın senelerdir bölgedeki tansiyonu düşürmek yerine gitgide körükleyecek şekilde hareket etmesi tüm adayı riske atmaktadır. İsrail’e düşen füzelerin adadan çıplak gözle görülmesi dikkate alındığında ve 2023’te KKTC’ye yanlışlıkla isabet eden roket hatırlandığında adanın yalnızca coğrafi değil, Hristodulidis’in politikalarıyla stratejik açıdan da ne kadar tehlikelere açık olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu gidişle Güney, Hamas ve İran’ın Kıbrıs’ı direkt ve açık tehditlerine rağmen Ortadoğu’daki savaşın doğrudan bir parçası hâline gelecektir. Dış istihbarat örgütlerine alan açan, yabancı savaş gemilerine limanlarını kullandıran, hava sahasını ve askeri altyapısını Batılı güçlere ve İsrail’e tahsis eden bir yönetim açıkça ateşle oynamaktadır. Öyle ki şahsımı Güney Afrika’dan bir radyo kanalı arayıp Kıbrıs’ın Ortadoğu çatışmalarındaki rolü üzerine analiz istemişse, bu bile Güney Kıbrıs’ın küresel ölçekte ne kadar dikkat çekici bir tehlike hâline geldiğini göstermektedir.

Söz konusu yayında en çarpıcı soru şuydu: Kıbrıs’ta saldırılar olur mu? Oradan kalkacak füzeler İran’ı vurur mu ya da İran, Kıbrıs’ı hedef alır mı? Bu sorulara açık yanıt verilmelidir. Güney Kıbrıs, istihbarat ve askeri yapılanma açısından Batı dünyasının, hatta NATO’nun en güneydoğudaki ileri karakolu hâline gelmiştir. Stratejik konumu, Hristiyan nüfusu ve AB üyeliğiyle birlikte, genişletilmiş Doğu Akdeniz’in ve hatta Ortadoğu’nun İsrail’den sonraki en Batı yanlısı dayanak noktasıdır.

Bu nedenle bölgeye çıkmak isteyen her güç, stratejisi gereği Güney Kıbrıs’a yerleşmek zorunda kalmaktadır. İsrail de kendi toprakları tehdit altındayken esnek askeri manevralarını ancak Kıbrıs üzerinden yapabilecektir. Zira bölgedeki Müslüman ülkeler, geçmişte farklı bir görüntü çizseler de en son Gazze’de yaşanan insanlık trajedisinden sonra İsrail’e destek vermeyecektir. Bu bağlamda Güney Kıbrıs, İsrail için adeta bir sığınaktır. Nitekim İran saldırılarının ardından birçok İsrailli geçen hafta hava ve deniz yoluyla Güneye geçti, bu da bölgede konaklama krizine yol açtı. 

Kıbrıs’ı Atatürk’ün neden “uçak gemisi” ve eski Birleşik Krallık Başbakanı Benjamin Disraeli’nin neden “Asya’nın anahtarı” olarak tanımladığı bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Peki, İran’a karşı füzelerin Güney Kıbrıs’tan fırlatılması ya da operasyonların oradan yürütülmesi ne kadar olası? Eğer çatışma derinleşir ve İsrail, belki de başka devletlerin İran’ı desteklemesiyle ağır darbe alma noktasına gelirse bu senaryo bir olasılık değil, gerçeklik hâline gelebilir. Güney Kıbrıs bu noktada gelişen bir savaşa doğrudan müdahil olmayabilir ama hava sahasını ve askeri altyapısını İsrail ve müttefiklerine açarak dolaylı olarak çatışmaya girmesi olasıdır. Bu nedenle okların Kıbrıs’a çevrilmesi kuvvetle muhtemeldir. Ancak doğrudan büyük çaplı bir saldırı olasılığı düşüktür. Zira İran böyle bir hamleyle yalnızca AB’yi değil, İngiliz üsleri dolayısıyla NATO’yu ve orada konuşlanan diğer ülkeleri de fiilen karşısına alır.

Bunu göz önünde bulundurarak Güney Kıbrıs ve Batı yaptıkları hamlelerde bir beis görmemekte, ancak karşı hamlelerde mazlumu suçlayarak “sükûnet” çağrısı yapmaktadır. Bu yaklaşım, dünya kamuoyunun aklıyla açıkça alay etmektir. Tek kutuplu düzenin sarsılması onları paniğe sevk etmekte, o nedenle son haftalarda telaşla hareket etmektedirler. İsrail’in tüm dünyada yok olmaya yüz tutan itibarı, ABD’nin borç yükü, kaybettiği müttefikleri ve yükselen alternatif güç merkezleri düşünüldüğünde bu düzenin artık eskisi kadar etkili olamayacağı açıktır. Belki bugün değil ama yarın istedikleri gibi hareket edemeyecekleri görülecektir.

Fakat bu imkânları yaratan, zamanında Türkiye’ye karşı ülkesini Batı’nın ileri karakolu hâline getiren, ABD’ye üs teklif eden, Fransa’ya sabit liman izni veren Güney Kıbrıs'ın ta kendisidir ve bu barış adasını gitgide savaş adasına dönüştürmektedir. Buna rağmen hâlâ Türkiye’yi savaşın kışkırtıcısı gibi göstermeye çalışmaları ve içerideki destekçilerin de böyle bir iddiada bulunması samimiyetsizliğin vücut bulmuş halidir. 

Bu ikiyüzlülüğü, Narendra Modi’nin Güney Kıbrıs ziyaretiyle bir kez daha gördük. Güney Kıbrıs'ın, Türkiye’nin - özellikle birkaç hafta önce gerçekleşen çatışmalarda - tekraren Keşmir meselesinde Pakistan lehine tutumuna karşı Hindistan’ı Ada’ya davet etmesi Ankara’ya açık bir mesaj niteliğindedir. Air India uçağının THY bakımında olması nedeniyle yaşanan kriz ve bir Hint generalin Türkiye’yi tehdit eden açıklamaları bu gerginliğin somut örnekleridir. Güney Kıbrıs ise tüm bu ortamda fırsat kollamaktadır.

Bakınız, hâlâ anlamayan varsa tekrar edelim: Bu aktörlerle barış olmaz, dostluk kurulmaz. Olursa da yeni bir Sykes-Picot, yeni bir Kanlı Noel olur. Zaman geçse de hakikat değişmez. Türkiye güçlü olduğu için bunlar adım atamıyorlar. Ama diyelim ki bir gün kazara buna yeltenseler, Gazze’de olduğu gibi Batı’nın nasıl sessizliğe gömüleceği ortadadır.

Bu nedenle Türkiye’nin her daim güçlü olması ve KKTC’deki varlığını devam ettirmesi vazgeçilmezdir. Aynı şekilde, KKTC’nin sürdürülebilirliği ve iki devletli çözüm, her zamankinden daha büyük bir öneme sahiptir. Bu kritik eşikte alınacak yanlış kararlar, çok vahim sonuçlara neden olur.

Dolayısıyla yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerine yalnızca kişiler üzerinden değil; vizyon, duruş ve ulusal çıkarlar perspektifinden bakmak gerekir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Kaan Cenk ADASOY yazıları