KKTC’de Demokrasi, 2 kurt ve 1 kuzunun öğle yemeğinde ne yiyeceklerini oylamasıdır…
Eğer hükümet 450 milyar dolar harcarsa ve sadece 400 milyar dolar vergi geliri varsa, geri kalan 50 milyar doları kim ödüyor sanıyorsunuz?
Diş perileri mi ödüyor sizce?
Siz ve ben ödüyoruz…
Ödememizin bir yolu da enflasyon dediğimiz vergi yöntemidir…
Bir bakış açısıyla enflasyon da bir vergidir…
Eğer hükümet vergi gelirinden fazla harcama yaparsa, arayı kapatmak için ya para basmak ya da kamudan borç almak zorunda…
Para basmak çok cazip bir icat çünkü mecliste oturan bir milletvekili için enflasyon harika bir vergi…
Çünkü oylamak zorunda değiller…
Hiç kalkıp seneye 10% fiyat artışı olan bir vergi için oy veriyorum diyen bir milletvekili duydunuz mu?
Enflasyon beyan edilmeden dayatılan bir vergi biçimidir…
Oylamaya gerek yoktur…
Vatandaşlar için asıl vergi hükümet ne harcıyorsa odur…
Bundan tam 30 yıl önce, Bitcoin’in hayalini kuran ve bilgisayarca yönetilen bir paraya sahip olmayı düşleyen Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman bir konferans sırasında işte bu cümleleri kuruyordu.
Milton Friedman bununla da kalmayıp dünyanın, Federal Rezerv Sistemi yani ABD Merkez Bankası olmadan çok daha iyi bir yer olacağını da sözlerine ekliyordu.
Milton Friedman’ın özetle söylemek istediği: Vatandaşlar için asıl vergi hükümet ne harcıyorsa odur.
Yani hükümet elde ettiği vergi gelirinden fazla harcıyorsa, bunu ödememizin bir yolu da enflasyon dediğimiz vergidir.
Milton Friedman bir başka röportajında ise;
Peki ortalama bir vatandaşın kendisini yükselen enflasyon yıkımından koruyabileceği bir şey var mı?
Ne yazık ki yapabileceği çok çok küçük bir şey var ama gerçek bu!
Enflasyona karşı en etkili korunma Lüks Yaşam!
Ne demek istiyorsun?
Demek istiyorum ki;
Enflasyona karşı koruma sağlayacağı beklentisiyle güvenle elde edebileceğiniz hiçbir varlık yok…
Kendine güzel bir ev alırsan, güzel bir takım alırsan, duvara asabileceğin bir resim alırsan enflasyonun yıkımından korunursunuz…
Paranızı maddi bir şeye dönüştürün…
Maalesef, bunu yapmak çok arzu edilen bir şey değil…
Acil durum için biraz rezerviniz olmalı…
Bu iyi bir şey demiyorum, diyorum ki;
Enflasyon, size iyi bir seçenek bırakmayan bir şeydir…
En yalın ifade ile Aşağıdakiler (Vatandaşlar) olarak sosyal refahımızı seçtiğimiz Yukarıdakiler (Hükümet) belirliyor.
Evet, bütün düzen bir tahterevalli aslında.
İki ucu birbirine bağımlı, Yukarıdakiler durabiliyorlar orada.
Sırf ötekiler durduğundan aşağıda.
Ve ancak; Aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece kalabilirler orada.
Yani Yönetenleri tahterevallinin Yukarıdakilerine, Yönetilenleri de tahterevallinin Aşağıdakilerine benzetebiliriz.
Peki bu tahterevalli düzeninin suçlusu kim?
Yukarıdakiler mi?
Aşağıdakiler mi?
Nazım Hikmet’in de dediği gibi “Küçükken tahterevalliye binmişsinizdir…”
7 kapılı Thebai şehrini kuran Firavun Akhenaten’nın binlerce yıllık emeği başlatmasına sebep olduğu, işçilerin çalışarak öldüğü bir düzende, sadece kralların (Yukarıdakilerin) adını duyarız.
Taş taşırken sakatlanan, sesiz sedasız ölen binlerce adsız insan (Aşağıdakiler).
Adlarını bilmediğimiz işçiler (Aşağıdakiler) sayesinde bildiğimiz zalim krallar (Yukarıdakiler), taş şehirler ve görkemli kapılar.
Araştırmalar, içini hazinelerle doldurduğu görkemli tapınaklar inşa ettiren Firavun Akhenaten’in, işçilerinin sağlığına ve çalışma şartlarına hiç dikkat etmediği ve binlerce yıl önce çalışanlar için hayatın katlanılmayacak kadar ağır olduğunu ortaya koydu.
Halbuki, Yukarıdakiler de Aşağıdakiler de aynı iştahla acıkırlar.
Peki ödeyen kim faturayı?
Elbette ONU büyüten, koruyup kollayan ve biat edenlerdir.
O zaman bu biat niye?
Anlaşılan o ki, adını ilk olarak 1973 yılında yaşanan bir banka soygunundan alan “Stockholm Sendromu”nun kökleri binlerce yıl öncesine dayanıyor. En az insanlık tarihi kadar eski.
En yalın hali ile “Celladına Aşık Olmak” olarak da tanımlanabilir.
Büyük İskender’in Diyojen’i, birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görüp ne yaptığını sorduğunda, “Babanızın kemiklerini arıyorum; ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” cevabı ile Diyojen büyük sırrı ifşa etmiştir aslında!
Oyun bittiği zaman şah da piyon da aynı kutuya atılır.
100 doların üzerinde yer alan ABD'li bilim insanı Benjamin Franklin’e atfedilen “demokrasi, 2 kurt ve 1 kuzunun öğle yemeğinde ne yiyeceklerini oylamasıdır”. Özgürlük ise bu oylamaya itiraz eden tam teçhizatlı (silahlı) bir kuzudur.” sözü hepimizin derin ve derinlemesine üzerinde kafa yormamız, irdelememiz gereken bir sözdür.
Unutmayın; demokrasi, hak ettiğimizden daha iyi yönetilmeyeceğimizi garanti eden bir sistemdir.
Peki özgürlüğü temsil eden kuzunun silahı nedir?
“Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir” sözü, son nefesini verirken son sözleri “daha fazla ışık” olan, tahmini 225 IQ ile gelmiş geçmiş en büyük dâhi kabul edilen Goethe’nin yüzümüze vurduğu acı gerçektir.
Tarih boyunca, hükümetler her zaman reform hareketlerini ezmeye, fikirleri yok etmeye, ölemeyen şeyleri öldürmeye çalıştılar.
Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini dayatmaya hakkı yoktur.
Halbuki, Devlet özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olmalıdır.
Devlet insanı suçludan korumak için var olmalıdır.
Anayasa ise insanı devletten korumak için var olmalıdır.
Evet, özgürlüğün sırrı cesarettir.
Fakat cesaret akıldan gelmeli, o zaman cesarettir. Aksi takdirde, bilgisizlikten gelirse cehalettir.
“Putların Alacakaranlığı” ve “Deccal” gibi eserlere de sahip, felsefe ve düşünce dünyasında büyük çığır açmış Wilhelm Friedrich Nietzsche “Cahil (iyi ile kötü ayrımı yapamayan) bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelenler düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir”
Kim ne derse desin ne isterse düşünsün günümüzde artık veraset yolu ile kral olanların yerini, seçimle gelen krallar alıyor.
Maharet, krallara ihtiyaç duymayan bir toplum oluşturabilmekte.
Dünyada her kötülük, daima cehaletten gelir. Ve de hareket halindeki cehaletten, daha korkunç bir şey yoktur.
Daha çok Sefiller adlı romanı ile bilinen Fransız düşünür Victor Hugo’nun “Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner” sözü de hepimizin derin ve derinlemesine üzerinde kafa yormamız, irdelememiz gereken bir sözdür.
Zira, demokrasi, çoğunluğa, cahil olduğu konularda karar vermek cesaretini verir.
Fakat, en güçlü insanlar, önümüzde güç gösterisi yapanlar değildir.
En güçlü insanlar, hiç bilmediğimiz savaşları kazananlardır.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Alexy Flemmings25/11/22 11:08
Cüneyt Bey, teşekkürler. Demokrasi ve ekonomi konusunda, meseleyi bu derece üstün yalınlıkta açıklayan bir yazı bayadır okumamıştım. Çalışmalarınızda başarılar...
Taner Alici24/11/22 09:39
Cüneyt bey kaleminize sağlık <3