20 yıl önce, 20 yıl sonra…

Yayın Tarihi: 23/04/24 07:00
okuma süresi: 7 dak.
A- A A+

Bir zamanlar Türkiye’de ünlü bir müzik grubu vardı. Adı “5 yıl önce, 10 yıl sonra…”

Benim ilk gençlik yıllarımda bayağı ünlü olan bu grup aslında toplama sanatçılardan oluşuyordu. Yani bilindik anlamda bir grup değildi.

Peki TRT’nin yılbaşı eğlencelerinde sıkça izlediğimiz bu grup nereden aklıma geldi derseniz Tahsin Ertuğruloğlu yüzünden diye cevap veririm.

Malumunuzdur, Kıbrıs tarihinin en unutulmaz anlarından birisi olan Annan Planı Referandumunun 20.yılını anıyoruz. Dile kolay, tam 20 yıl geçti!

Bu yirmi yılda, o günün siyasi kahramanları tek tek ya bu dünyadan göçtü ya da siyaseti bıraktı.

Bir çırpıda sayacak olursam, o zamanki sürecin en öndeki isimleri Rauf Denktaş, Glafkos Kleridis, Tasas Papadopulos, Dimitris Hristofiyas ve hatta Kofi Annan bu dünyadan göçüp gittiler.

Mehmet Ali Talat, Ferdi Sabit Soyer, Serdar Denktaş gibi isimler siyaset sahnesinden indiler. Alvaro De Soto ise emekliliğinin tadını çıkarıyor ama bir isim hala daha başımıza musallat şekilde devam ediyor!

Bu isim tabii ki Tahsin abimizdir!

Hani o Annan Planı yüzünden “eğer imza edilirse, silah alıp dağa çıkarım” diyen kahraman Tahsin abimiz!

Hiç yalpalamayan, düşüncesinden hiçbir şekilde geri adım atmayan ve hala daha aynı pozisyonunu koruyan Tahsin abimiz, aradan geçen 20 yılın ardından o zamanki görevini sürdürüyor: Dışişleri Bakanlığı!

İşte Tahsin abi, dün bir ara kavgayla kesilen meclis konuşmasında bir takım eski defterleri açıp, tarihi meselelerden de bahsetti.

Malumunuzdur, kendisi o meşhur 2002 Kopenhag zirvesinde önüne koyulan metni imza etmeyerek, Kıbrıslı Türkler adına büyük bir fiyaskoya imza atmıştı. Hatta zirve sırasında köşe bucak kaçtığı BM ve AB’li yetkililerden tuvalete gizlenerek kurtulduğu rivayet edildi, anlatıldı.

Dün muhalefet konuşması sırasında kendisine bunu hatırlatınca o da hiç çekinmeden o günlerde yaşananları anlattı.

Diyor ki, merhum Denktaş onu çağırmış ve demiş ki “Tahsin, ben Kopenhag’a gitmiyorum, sen gidiyorsun.”

Bunun üzerine Tahsin abi, Denktaş’a “bir şartla giderim: asla bir şey imzalamam!”

Aslına bakarsanız Denktaş onu günah keçisine çevirmek için yolladı diye düşünmek olasıdır. Yani nihayetinde o günlerde Denktaş siyasi yaşamının en zor günlerinden geçiyordu. Sağlığı da bozuktu. Ve kuşku yok ki, Kopenhag’a gidip de herhangi bir çözüme imza atması düşünülemezdi. Bu yüzden de Tahsin abiyi gönderdi. Onun da orada yaptıkları geriye kalan siyasi yaşamı ve kazandığı nefretin başlangıcı oldu.

Uzatmayım, muhalefet bu konuyu açınca Tahsin abi aslında daha önce söylediklerine benzer şeyler anlattı. Efendim oraya gitmiş ve De Soto ile 3 gün boyunca müzakere etmiş. De Soto onu o zirveden çıkacak olan sonuç bildirgesinin altına imza atmak için zorlamış. Tahsin abi özetle diyor ki “dördüncü gün önüme iki belge koydu. İkisi de aynı yere çıkıyordu: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğine yeşil ışık yakılmasına. Ben bunu kabul etmedim ve imza atmadım. Çünkü Annan Planını bir müzakere zemini olarak kabul etmiyordum. Bugün de aynı görüşteyim. O yüzden de De Soto’ya biraz da siyasi nezaketi bırakarak ‘bana bak. Ben bunu imzalamam. Ama eğer Kıbrıs Cumhuriyetini resmi makam olarak tanımaktan vazgeçer, KKTC’yi tanır, izolasyonları kaldırır, eşit kabul ederseniz hemen imza ederim.”

Bu tabii ki olmadı. O belge imza edilmedi, Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi oldu ve biz yine kaybettik.

Aradan tam 20 yıl geçti, Tahsin Ertuğruloğlu hala daha aynı şeyleri söylemeye, aynı olmadık şeylere inanmaya ve Kıbrıs’ta bir çözüme ulaşılmaması için bildiğini okumaya devam ediyor.

Sadece onun aynı mevkide olması ve aynı şahin kafayla aynı şeyleri söylemesi bile bu toplumun bir ayıbıdır.

Kim ne derse desin, KKTC sistemi denilen bu saçma sapan düzenin en güzel ifadesi Tahsin abinin hala daha dışişleri olmasıdır.

Çünkü Tahsin abinin Türkiye’nin bu ada üzerinde en çok güvendiği kişilerden birisi olduğu muhakkaktır ve güya demokratik seçimlerde ne sonuç çıkarsa çıksın, onun görevi gerek duyulduğunu anda hazırdır. Yani halkın iradesi diye bir mevzu yoktur.

Nitekim, Tahsin abi girdiği seçimleri kaybetmiş birisidir. Yani arkasında halk desteği olmayan birisidir. Ama buna rağmen bakanlık koltuğu hazırdır. Öylesine bir ağırlıktan bahsediyoruz.

Hatırlayınız, UBP bir ara onun yerine Oğuzhan Hasipoğlu’nu bakan yapmaya kalkmış, ancak bu macera sadece bir hafta sürebilmişti.

Yani ‘göklerden gelen emir’, ne olursa olsun, gerektiğinde Tahsin abimden yanadır. Kaderden kaçılmaz.

Ama bir yerde hakkını vermeden geçemeyeceğim: Tahsin abi asla yalpalamadı. Hiçbir zaman savunduğu düşünceden vazgeçmedi ve asla çözüm istemedi.

Bunu da açık açık yaptı. Kendisine bu bağlamda saygı duyabilirsiniz, nefret de edebilirsiniz. Ben bir tür saygı duyuyorum. Kendisini gördüğümde asla saygısız davranmam, elini sıkıp, hatırını da sorarım. Fenerbahçeli olmasına ayrıca gıcık olurum ama fanatikliği hoşuma gitmiyor değil. Bu sene lig sonunda yine ağlayacak diye düşünüp, bıyık altı gülüyorum da. Ama dediğim gibi, saygı da duyuyorum.

Onun dünkü meclis konuşmasında söylediği şu sözlere bakın hele: “Tahsin Ertuğruloğlu’nu sevmeyebilirsiniz. Ondan nefret edebilirsiniz. Ama küfür edemezsiniz. Ben düşüncemi savunmaya devam edeceğim.”

Öyle ya arkadaşlar, bu ülkeden demokrasi var. Bu ülkede özgür irade var. Bu ülkede hür insanlar yaşar…

İşte bütün bunların yalan olduğunun en canlı örneği bizzat Tahsin abimin kendisidir.

Allah uzun ömür versin, bir 20 yıl sonra yine aynı makamlarda olursa hiç şaşmam…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.