Marazi zihin faaliyetleri…
Aşağıda okuyacağınız makaleyi yaklaşık 6 yıl kadar önce, Eylül 2018’de yazmışım. O zaman Tufan Erhürman liderliğindeki dörtlü hükümet başta. Ersin Tatar’ın UBP başkanı olmasına daha 1 ay var. Mustafa Akıncı ise sarayda oturuyor.
Kıbrıslı Türkler gelecek olursak, onlar da yaklaşık 1 yıl önce çöken Crans Montana zirvesinin nelere mal olmuş olabileceğinden habersiz hayatlarına devam ediyorlar…
O günden bugüne çok şeyler değişti. Maalesef çok kötü yönlerde. Tekrar tekrar anlatıp, canınızı sıkmak istemiyorum.
Makalede yazdıklarımı da sizlerin yorumuna bırakıyorum.
Ama bir tek şeyi vurgulamak isterim: Aynen gazetenin web sitesindeki sayfamda yayımlanan makalelerime dadanan ve yıllardır -sürekli değilse bile- düzenli bir şekilde aynı şeyi bıkmadan yazan kardeşim gibi ben de ısrarımdan ve umutlarımdan asla vazgeçmiyorum.
O yüzden son günlerde oldukça ayağa düşürülüp, bir takım alakasız işlere kurban edilse de, o en değerli sloganı buradan tekrar yazmak isterim: Kıbrıs’ta Barış Engellenemez!
***
Geçen gece bir arkadaşımla Tanıl Bora’nın ‘Zamanın Kelimeleri-Yeni Türkiye’nin siyasi dili’ adlı son kitabında yer alan ‘Sıkıntı Yok’ isimli makalesini tartışıyorduk.
Daha doğrusu okuyup üzerine konuşuyorduk.
Makalenin bir yerinde ‘Marazi zihin faaliyetleri’ diye bir cümle geçince, ben hemen ‘bundan iyi bir Kıbrıs sorunu makalesi çıkar’ dedim.
Söz konusu makalede Tanıl Bora, ilgili kısmı Reşat Nuri Güntekin’in “Gökyüzü” adlı romanından alıntıladığını yazar.
Kitapta, Güntekin’in “sıkıntı ve ümitsizlik gecelerinde, zihinde süslenip püslenen düşüncelerden” bahsedip, bunları ‘marazi zihin faaliyetleri’ şeklinde tanımladığını da ekler.
İlgili kitabı okumadım.
Özellikle erken gençlik yıllarımda birçok Türk yazarın kitabını okudum ama bunu okuduğumu hatırlamıyorum. Hoş, hep böyle ‘yok, okumadım, bilmem’ deyip, sonra kitabın ilk sayfalarına bakınca ‘aa okumuşum’ dediğim çok da kitap oldu.
Yine öyle yaptım, ancak kitabın özetini, incelemesini yapan bir başka makaleyi açıp baktığımda, okumadığımı anladım ancak beni çok şaşırtan bir şey gördüm.
Öyle ki roman, 60 yaşında bir adamın mazisinin olmadığını anlaması ve sonuna kadar savunduğu düşüncelerinden çaresiz kaldığı bir anda vazgeçmesini anlatıyor.
Ana fikir olarak ise, insanın, çocukluğun bitişi ile birlikte, hayal ve masal devresini kapattığı, ancak ihtiyarlıkla birlikte bunu tekrardan açtığı işlenir.
Ve dahası, roman, birçok şeyi yaşamadan, birçok düşü gerçekleştirmeden yaşlanan insanların hikayesine de vurgu yapar.
Elbette, bu işi Kıbrıs sorununa nasıl bağlayacaksın diye soracak olursanız, romanın girişinden derim.
Zira roman, kahramanın, sütkardeşi Raşit çocuğun, Fatih Çarşambasındaki evini ziyareti ile başlar.
Aslında, Raşit, 60 yaşında, yani romanın kahramanı ile aynı yaştadır.
Çocuk ise lakabıdır. Tüm aile ona ‘çocuk’ diye çağırmaktadır. 40 yılını denizde geçirdikten sonra, tekaüt olmuş, yalnız yaşamaktadır.
60 yaşında birisi için son derece manidar bir lakap.
Gelgelelim, bizim coğrafyamız da hiç büyümeyen çocuklara ev sahipliği yapmaktadır.
1983’de doğan, bugün 35 yaşında olan bir devletin, ‘çocuk’ yani ‘yavru’ olarak lanse edilmesi bu demek değil midir?
O günden bugüne, hep annesinin eline mahkum edilen, muhakkak ki bilerek ve istenilerek büyütülmeyen, hep çocuk, yani bakıma muhtaç bırakılan bir devlet…
Öte yandan, aşağı yukarı romanın kahramanı ile aynı yaşta olan bir başka konu: Kıbrıs sorunu…
Ve ne biçim bir tesadüfse artık, romanın ana düşüncesi olan ‘düşlerini gerçekleştirmeden’ yaşlanan insanların, bir noktada pes etmesi ya da bu dünyadan göçüp gitmesi, işte insanı ‘marazi zihin faaliyetlerine’ tutsak edebilir.
Doğrusu, bu satırları yazarken aklıma, 80 küsur yaşına kadar ‘Varoşa’ya döneceğim’ diye hayal kurup, bunu gerçekleştiremeden ölüp giden Andreas Lordos geliyor.
Ben ise henüz 45 yaşındayım. Dolayısıyla roman üzerinden gidecek olursak, kolaylık edip ‘daha önümde 15 yılım vardır’ diyebilirim.
Açıkçası, Crans Montana zirvesinden sonra, bir takım başka komplikasyonların da etkisiyle, üç günlük bir ‘marazi zihin faaliyeti’ yaptığım ‘yani Kıbrıs sorunu asla çözülmeyecek’ dediğim doğrudur.
O üç gün boyunca, ıssız bir plajda, Kıbrıs sorununun asla çözülmeyeceği yönünde zihnimde devşiren düşüncelerle mücadele ettim, ancak ateş ve kanla geçen saatlerden sonra, zihnimdeki umut galip geldi ve ben kaldığım yerden devam etme kararı aldım. Hala daha da aynı noktadayım.
Belki de, geçen akşam, Işık Kitabevi’nin aynı sloganla düzenlediği fuarında, Tanıl Bora’nın ‘kırılma’ üzerine ettiği kelamlarını dinlerken, benim de kırılma anım işte o üç günlük marazi faaliyet durumudur diyebilirim.
Sonrasında, tüm taşları yerine oturtunca, aslında esas kırılma anının, o zirvede yaşadığını anlayıverdim çünkü.
Gerçekten de bugün geldiğimiz noktaya bakınca, o zirveden çıkan sonucun, bizi ya federasyona ya da muhtemelen çatışma sonucu ‘kalıcı’ bir bölünmeye götürebileceğini açıkça görebiliyorum.
Bu yüzden de marazi zihin faaliyetleri içinde bulunan, ‘ben de çözüm isterim ama olmayacak, çözülmeyecek’ diyen kesimler, aslında bu makalenin esas yazılma amacıdır.
Tekrar romana dönecek olursak, oradaki düşünce, girişte belirttiğim gibi insanların çocukluğun bitişiyle birlikte hayal ve masal devresini kapattığını, ancak ihtiyarlıkla birlikte bunu tekrar açtığını vurgular.
Bu bağlamda, 60 yıl kadar önce, bir hayal olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurduk ama o hayal bizle birlikte 3 yıl sürdü.
Sonrasındaysa işimiz hikaye yani masal oldu. Belki de bu nokta aslında bizim hiç büyümeyecek olan çocukluğumuzu da anlatır.
Bugün, o cumhuriyet (tam olarak 58 yaşında), insan hayatı bağlamında ‘ihtiyarlamış’ durumdadır.
Bizim kurduğumuzsa bir masal şeklinde, 35 yıldır hiç büyümeyen çocuk durumundadır.
Yani uzun lafın kısası, hayal ve masal dönemi tekrar açılmıştır ve geldiğimiz noktanın ‘bir yeniden ayarlanma’ noktası olması, bence bundandır.
Reşat Nuri Güntekin, 1935 yılında söz konusu ölümsüz romanını yazarken, 2018 yılında böylesi bir makalede söz edileceğini duysa şaşırır mıydı elbette bilemem ama çökmüş, bitmiş, asla tamir edilemeyecek olan bu sistemin içinde yaşayan bizlerin, sistemi düzeltme hayali yerine, çözüm hayalini iyiden iyiye dile getirmemesi şaşılacak bir durumdur.
Dolayısıyla, marazi zihin faaliyetlerini bırakalım.
Marazi, sözlük anlamı olarak ‘hastalıklı’ anlamına da gelir.
Kuşku yok ki, hastalıklı bir zihin faaliyeti olarak Kıbrıs sorununun asla çözülmeyeceğini düşünmek yerine, sağlıklı bir zihin faaliyeti olarak çözüleceğini düşünmek, hem ruh sağlığımız hem de bir umudumuz olması açısından çok yerinde olacaktır.
Diğer yöntemler, yani şimdiki revaçta tabiriyle ‘süpürgecilik’ yapmak, aynı yöntemleri deneyip aynı kötü sonuçlara ulaşmak, umutlarımızın tekrar tekrar yıkılmasından başka bir şeye yaramayacaktır…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.