Biz virüsünkini buluruz ama o bizim DNA’mıza bakmaz…
Sanırım bizim basınımızda bu Koronavirüs salgını ile ilgili ilk yazıyı, ben yazdım! Pardon! Şubat ayı başında yazdığım yazılar, bu sütunun altında duruyor. Allâme olduğumdan değil… Memleketin en akıllısı olduğumdan da değil! Hekimim ve biraz tarih biliyorum. Ondan! Kıbrıs’ta salgınlar ile ilgili biri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi dergisi olmak üzere, iki uluslararası dergide çıkmış iki makalem ve bir de kitabım var! Taa 2017’de yayınladıydık, en son… O günden beri de gerek sosyal medyada, gerek çıktığım TV programlarında anlatıyorum ki “bu işin çaresi, izolasyondur”! Karantina! Sosyal teması minimuma indirirseniz, bu salgınlar en az zararla gelir, geçer…
Allah rahmet eylesin, cennetmekân Şeyh Nazım-ı Kıbrısî beni eleştirirdi: “Herkese her şeyi anlatamazsın! Söylediklerinin bildiği kadarını anlar. Seni anlaması için, o konuda senin kadar bilgi sahibi olması gerekir!” derdi… İdrak-ı meali… Yani insan anlamlandırabildiğini, idrak edebilir…
Tam zıt bir kutuptaki Karl Marx da “Tarihi insan kendi yapar ama verili koşullarda yapar…” derken, her insanın kendi bulunduğu çevrenin bir ürünü olduğunu, bu bakımdan hayata ve kâinata kendi bulunduğu yerden baktığını, zihnini bunun belirlediğini yazar…
Bütün bu süreçte, Şubat ayının başından beri, bir hekim olarak, bu gelen felâkete dikkat çekip, çaresini de önerirken hep hekim olarak davrandım. Çünkü tıp fakültesi bir meslek mektebi değildi biz okurken, ahlâki değerleri öncelikle koruyan ve öğreten bir akademi idi! Hekim isen, her bir meseleyi önce insan sağlığı süzgecinden göreceksin! Politika, çıkar, ekonomi, aşk, meşk… Hepsi sağlıklı insan için vardır! Sağlık yoksa, hiç birinin de anlamı, yoktur…
Anastasiadis’in kapıları kapamasını destekleyip, kalanı da biz kapatalım dedim, daha ertesi günü! Neden? Çünkü onun niyeti ne olursa olsun (o sonraki iş idi) verdiği karar, bizim sağlığımızı korumaya sebep olacaktı, eksiğini de bizim tamamlamamız koşulu ile…
Sağımız bana çok kızdı! “Parrra guzzum, parraaaa” idi anafikir… Ölü adamın paraya ihtiyacı olmadığını, akledemiyorlardı…
Solumuz da çok kızdı… Gitti barikatta dayak yedi, zevahiri kurtardı zannetti ama bugün dünyada salgının merkezi olan İtalya ile enseye tokat yaşayan bir toplumla, sarmaş dolaş yaşamaya devam etmesini savunmanın, absürdlüğünü bugün de izah edemiyorlar, gelecekte de edemeyeceklerdir. İnsan mezara giderken tabutta ne adalete ihtiyaç duyar, ne çözüme… Önce yaşamasını garanti edeceksin!
Sonunda dediğim yere geldik mi? Evet… Bir buçuk ay sonra şimdi her taraf izole… Zamanında yapsaydın, şimdi hasta turistler sorunun da olmazdı, Londra’dan hastalık bulaşarak gelip, burada yataklara düşen iki vatandaşın da… Kaynakların sadece dışarıdan getirdiğin kendi inanlarını izole etmeye harcanırdı… Zaten yetersiz!
Ve fakat, rahmetli şeyhin dediği noktaya geldim… Herkes bulunduğu noktadan ve bilgisinin kendine el verdiği kadar düşünüyormuş!
Ben, hekim gibi düşünüyorum…
Liberal, “para guzzum” diye düşünür ve sonra da eşek gibi kapatır toplumu Boris gibi, Trump gibi, İtalya’yı yönetemeyen maskaralar gibi! Örneği çok… Bu arada da dönüp dolaşıp lâfı parra’ya ekonomiye getirir ki insanları geçim sıkıntısı ile korkutup, belki bu karantina belâsını def eder… Kıtır atar…
Dükkâncı, bir hafta para kazanmazsa, ölümden beter olduğunu sanır; ha bir kıtır atar ki karantina bozulsun, işler açılsın, ölecek olan da bir saat evvel ölsün! Tohumuna para vermedi…
Lümpen, kopukluğunu yapar, kendine höt denilene kadar, “ben kimseyi takmam arkadaş, ölecek olan ölsün, ben gezerim” diyerek, karantina günlerinde içki de içer trafik kazası da yapar… Karantina’dan da kaçar… Oysa politika yaptık, hükümette de bulunduk; “höt” dediğin gün bu gibilerin ne dediğini biliriz! Aynen darb-ı meselde söyleneni söyler…
En son dün, bir yenisini gördüm! Vatan Mehmet bir sohbette söylediklerimi (telefonda sohbetti, coşmayın) kendi anladığı gibi yazmış, haber yaptı! Orada “Ben tanınmamış devletsem ve sen Almanya beni tanımadığın için bu insani meselede de Güney’e yardım yaparken, benim yüzüme bakmıyorsan, kusura bakma ama bu başıma musallat ettiğin Alman hastaların bakım masraflarını da öde” dedim… Hepsini toplayıp, tanınmış devlete mi göndereyim? Ne yapayım? Vatan Mehmet sağ olsun bunu haberci üslubu ile yazdı, haber yaptı…
Turgay Hilmi dostumuz ta Almanya’dan bana ayar çekip, “Bu ırkçılıktır” dedi… Kusura bakma o hastalar Fransız olsalardı, ayni talebi Fransa’dan da isterdim… İngiliz olsa da İngiltere’den… Nitekim bizim İngiliz yenge iki gece yattı, parasını cepten ödedi geçen gün… Testini de bakımını da ilacını da… Almanya beni kendi davet ettiği Berlin’deki toplantıya katılmak üzere ülkesine sokmadan nasıl sağlık sigortamı soruyorsa, “hastalanırsan kim ödeyecek?” diye; ben de onu soruyorum… Pardon…
Hitler, cehennemden Allah’a dilekçe yapıp, bir günlüğüne dünyaya dönmek için izin istemiş! Allah da “Bırakın bir gün gitsin ama kontrol altında tutun” demiş meleklerine. Hazret gelmiş, bir saat sonra tekrar dilekçe: “ Beni geri alın!” Alıp, Allahın huzuruna çıkarmışlar! Tanrı buna sormuş: “Hayırdır? Bir saat dayanamadın mı?” Derin bir nefes alan 60 milyon insanın katili cevap vermiş:
“ Ben bu dünyada yaşayamam… Almanlar ticaret yapıyor, Yahudiler savaş!”
Almanlar beni ırkçılıkla suçlayacaklarsa, hem de Nurnberg’den, ben kendi tarihimi baştan yazarım…
Her birinin 470 Euro borcu var… Ben bir gece yattım Belçika’da 800 Euro ödedim… Bunu kim ödeyecek?
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.