Yine bir rapor, az biraz umutsuzluk ve tükenen ömürler…
Bir kez daha yollardayız. Artık yılan hikâyesinden öte, tam bir keşmekeşe dönen Türkiye’nin çoktan dondurulmuş AB üyeliği ve onun ilerleme raporu görüşmeleri için Strasbourg’a gidiyoruz. Demokrasiden her yıl biraz daha uzaklaşan, iyice otokrasiye dönen Türkiye’nin bu yılki raporu, 19 Mart’ta tutuklanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun etkisiyle daha da vahim bir hal almış durumda.
Geçtiğimiz hafta Dış İlişkiler Komitesi’nde, 48 evet, 3 hayır ve 23 çekimser oyla kabul edilen taslak rapor, “Türk halkının geniş kesimlerinin AB üyelik sürecini desteklemesine ve bu yönde arzusu olmasına rağmen, Türkiye’nin AB üyeliği süreci devam edemez” cümlesiyle başlıyor.
Türk hükümetinin mevcut demokrasi noksanlıklarını giderme konusundaki adımları atmamasının kalın çizgilerle vurgulandığı raporda, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yerine stratejik partnerlik türü bir ilişki kurma fikrinin, birlik içinde taraftar toplamaya devam ettiği yazıldı.
AB’nin standart kriterlerinin herhangi bir şekilde pazarlık konusu olmayacağının bir kez daha belirtildiği raporda, İmamoğlu’nun tutuklanması olayı geniş yer tutarken, bunun ‘siyasi bir adım’ olduğu belirtiliyor. Türkiye’nin demokrasi endeksinin son yıllarda endişe verici bir şekilde gerilediğine dikkat çekilen raporun taslak metninde Kıbrıs’la ilgili 7 sert madde var. Suriye ve Irak konularında da sıkıntılı paragraflar var.
Ancak Salı gecesi AP’de görüşülecek olan raporun sonuç bildirgesinde Kıbrıs’la ilgili daha da sert paragrafların olacağı muhakkak.
Hele de hafta sonu yapılan Külliye açılışında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği çözümsüzlük mesajları sonrası buna kesin gözüyle bakabiliriz.
Tam bir dayatma ve Kıbrıslı Türkleri görmezden gelen, yok sayan bir anlayışla inşa edilen, tekbirlerle açılan Külliye’nin hoş karşılanmayacağı bir gerçek.
Öte yandan Erdoğan’ın verdiği çözümsüzlük mesajları, asla kabul edilmeyecek iki devletli model ısrarı, Rumlara gözdağı vermesi, tehditlerin havada uçuşması Strasbourg’ta hoş karşılanacak hususlar değil.
Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen taslak raporda, Türkiye’nin stratejik bir partner olarak tanımlandığı, özellikle de güvenlik ve mülteciler konusunda öneminin vurgulandığı paragraflar da mevcut.
Türkiye’nin NATO üyesi olduğunun altının çizildiği raporda, Avrupa’nın güvenliği için kilit bir rol oynadığı, Karadeniz, Ukrayna ve Orta Doğu’da önemli bir pozisyonda olduğu göz ardı edilmiyor. Bu bağlamda stratejik bir partner olarak tanımlanan Türkiye ile ‘dinamik bir ilişki’ arzulandığı, bunun için de olumlu diyaloğun devamının önemi rapora yansımış durumda. Dediğim gibi, taslak olan bu raporun tümünü görünce durumu daha iyi anlayacağız.
Ancak yıllardır konuştuğumuz, Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye’nin AB üyeliği sürecine bağlı olduğu paradigmasının, üyelikten güvenlikten sorumlu stratejik partnerlik noktasına kaydığını söylemek çok doğru olur. Tabii ki bu durumun farklı boyutları olur.
Mesela, Türkiye’nin istenilen AB kriterlerini yerine getirmeme lüksünün artması gibi.
Mesela Türkiye’nin Gümrük Birliği modernizasyonunu üyelik sürecine değil de güvenlik sağlama, mültecilere blokaj yapma pazarlığına bağlaması gibi. Bunlar kuşkusuz, Kıbrıs sorununun çözümünün işin odağından kaçması, yitmesi anlamına da geleceğinin farkındayız. Son günlerde artan enteresan ‘yatak arkadaşlıkları’ haberlerinin temelinde de bu yatmaktadır.
Her ne kadar Erdoğan açılış töreninde kesin bir dille “Adil ve kalıcı bir çözüm olmadan, bizim Rumlarla ticaret yapmamız, onlara liman açmamız mümkün değildir” dese de, Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir çeşit arka kapı diplomasisinin devam ettiğini sağır sultan bile duydu desek yalan olmaz. 2021 Cenevre Zirvesi’nde, Türkiye’nin bir çırpıda reddettiği ‘Maraş’a karşılık Ercan’ formülü de, yeni alanın açılması sonrası gündeme tekrar getirilmiştir.
Hafta sonu Rum basınına da yansıyan haberlerde, kuzeyin bir çeşit ‘Tayvanlaşma’ içine girdiği, Erdoğan’ın bir liman karşılığı Ercan’a uluslararası uçuş talep ettiği, su ve elektrik tedariki gibi konuların da iş birliği adı altında konuşulduğu iddiaları ortalarda dolaşıyor zaten.
Kıbrıslı Türk tarafının ortalarda olmadığı, Ersin Tatar’ın iyice piyonlaştığı bir denklemde, Nikos Hristodulidis’in muhatabının artık Türkiye olduğu ayyuka çıkmış durumda.
Ekim ayında yapılacak seçimlerde bu durumun değişebileceğine yönelik inancım var mı diye soracak olursanız, cevabım belirsizdir.
Bir kere Türkiye, şu anda ısrar ettiği modelde devam edecekse, yine Tatar’la yola çıkacaktır demek mantıksız olmaz.
Seçimin favori adayı Tufan Erhürman’ın seçilmesi tamamen Türkiye’ye bağlıdır.
Erhürman, CTP’nin adayıdır. CTP federasyoncudur. Erhürman, CTP içinde federasyon kelimesini en az kullanan isimdir.
Bu utangaç federasyonculuk Türkiye’nin rızasını getirir mi? Bence getirmesin!
Federasyonu ağzına almadan, bütünlüklü çözüm diyerek işin içinden çıkılacaksa, vay halimize diyorum!
Sabah akşam bozuk plak gibi ‘siyasi eşitlik’ üzerinden muhabbet çevrilip, Hristodulidis’le suçlama oyununa girilecekse vay babam vay diyorum!
Şaka maka benim galiba acilen antidepresana başlamam gerekiyor, yoksa delirip Tahsin abiden önce dağlara çıkacağım!
Yaş olmuş 52, bir ömrü Kıbrıs sorununda yedik, hâlâ daha da yemeye devam ediyoruz.
Yine de pes edecek değilim!

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.