Önümüzdeki günler ve aylar çok şeylere gebedir...

Yayın Tarihi: 30/04/25 07:30
okuma süresi: 10 dak.
A- A A+

Haber önce Cumartesi günü Yunanistan’da yayın yapan Ta Nea gazetesinde çıktı: “Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye’nin limanlarını açması karşılığı, Türkiyeli iş insanlarına vize serbestisi uygulamayı teklif etti.”

Haberde, Türkiye’nin 1100 Rum bandıralı gemiye, toplamda 5 limanını açması karşılığında Türk sermayesine dolaşım hakkı öngörülüyordu.

Konu hemen benim gibi bir kaç meraklı gazeteci tarafından bilgiye sunuldu ama Kıbrıs Türk basınında hiç ilgi çekmedi. Hatta Kıbrıs Türk siyaseti bağlamında da Kudret Özersay hariç, kimsenin umurunda olmadı.

Sonra Pazartesi günü Rum Hükümet Sözcüsü Konstantinos Letimbiotis, Rum Radyo Televizyon Kurumu (RİK) radyosuna yaptığı açıklamada, böyle bir öneri yaptıklarını doğruladı.

Söz konusu önerinin, AB’nin Kıbrıs sorununa daha etkin müdahil olmasını sağlama çerçevesinde Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis’in çabaları çerçevesinde yapıldığını belirten Letimbiotis, Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti gemilerine açmasının ise Türkiye’nin bir yükümlülüğü olduğunu söyledi. (TAK, haberin bu kısmını ‘iddia etti’ diye verdi ama buradaki atıf 29 Temmuz 2005’te imza edilen ancak Türkiye tarafından uygulanmayan Ankara protokolüydü yani yükümlülük gerçek bir tanımlamadır)

Letimbiotis ayrıca, “AB-Türkiye çerçevesinin tam olarak güncellenmesi için çalıştıklarını, AB-Türkiye ilişkilerinin ilerlemesinin temelinde Türkiye’nin Kıbrıs’tan doğan yükümlülükleri ve uluslararası hukuka uyum sağlamasının olduğunu” da sözlerine ekledi.

Yani Ta Nea gazetesinde çıkan haber, bizzat Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından en üst ağızdan teyitlenmiş oldu.

Bu teyit gelince de gözler haliyle Ankara’ya döndü. Nitekim bu konudaki bekleyiş de çok uzun sürmeden aynı günün öğleden sonrasında Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli tarafından şahsi X hesabından yaptığı tek satırlık açıklamayla haberleri “hayal ürünü” olarak niteledi.

Şimdi öncelikle bahse konu iddiaların, Türkiye Dışişleri Bakanlığı resmi hesabından ya da bizzat Türk Dışişleri Bakanı tarafından yalanlandığı filan yoktur. Buranın altını çizelim.  

Kaldı ki, böylesi bir teklifin yapılması için çeşitli kanallar, resmi ya da gayrı-resmi olarak açıktır.

Bu kanallar ‘yenile’ açılmış filan da değildir. Çok önceden, Annan Planı zamanından hatta çok daha kadim zamandan kalan açık kanallar mevcuttur ve hala daha aktiftirler.

Bunu bir casusluk hikayesi gibi yazmıyorum. Zaten böyle bir şeyi iddia etmek de hem komiklik hem de aymazlık olur. Çünkü uluslararası diplomasinin hayat bulduğu bin tane yol vardır ve bu çağlar boyunca böyle çalışmıştır.

Fakat buradaki sıkıntı başka bir şeydir. O da Kıbrıslı Rumların esas muhatabının Kıbrıslı Türkler olduğu gerçeğidir.

Kuşku yok ki geldiğimiz noktada esas yaşanan sıkıntı bu muhatabın kim olduğu sıkıntısıdır.

2020 yılında Mustafa Akıncı’yı gönderip, yerine Ersin Tatar’ı getiren Türkiye, Rumlara açıkça şunu demiştir: “Senin muhatabın artık benim.”

Zaten ortaya konulan tez de iki toplumun ortaklığının konuşulduğu ve tüm dünyanın kabul ettiği federasyon yerine, Kıbrıs’ta ayrı bir devlet kurma tezi yani ‘iki devletli çözüm’ olmuştur. Kısacası Kıbrıslı Türkler devletten devlete olmayacak bir iddiaya sokularak iradesi ‘iğdiş’ edilmiştir.

Bir kere, Kıbrıs’ta ayrı devleti kurduran Türkiye’dir, Kıbrıs Türk halkı değil.

Şimdilerde maalesef hastanede ölüm kalım mücadelesi veren DEM Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in 2011’de TBMM’de yaptığı o meşhur konuşmasında, 1983 yılında kurulan KKTC’nin mimarının Kenan Evren olduğunu söylemiştir.

Acil şifalar dilediğim Önder’in aynı konuşmadaki şu sözleri ise çok kritiktir: “Kenan Evren, en az 12 Eylül iddianamesi kadar ağır bir suçla bu meseleden dolayı yargılanması gerekir.”

Önder’in ifadeleri, Kıbrıs’ı fethedilmiş bir vatan toprağı, bir milli dava olarak görenlerin canını sıktığı gibi, 1983’te kurulan bu 'kim kime dum duma' düzeninden nemalananların da ateş püskürmesine yol açmıştır.

Ama Önder’in ifadeleri son derece yerindedir çünkü 1983’deki devlet ilanı, zaten 1975’te bir federe devlet kurmuş olan Kıbrıslı Türklerin dünyadan izole, yasak ve kafes hayatının başlangıcıdır.

Semerkand’ta AB ile TDT’nin imza ettiği deklarasyonun atıfta bulunduğu 541 ve 550 sayılı BM kararları işte bu ilan sonrası alınmış kararlardır.

Ayrıca bu ilan, Türkiye’nin de 200 yıllık batılılaşma hayaline vurulmuş en büyük darbelerden birisidir. Diğeri de özellikle bağnaz ulusal solun, Avrupa’yı ‘emperyalist kan emici’ olarak niteleyip, öyle görmesidir.

Plağı biraz geri sarayım.

Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1974 sonrası Rauf Denktaş ve ekibinin canı gönülden beklediği ancak Türkiye’nin adanın kuzeyini ilhak etmemesi üzerine mecburi bir şekilde 13 Şubat 1975’te kurulmuştur. (Bakınız, Kıbrıs Girit Olmasın, Rauf Denktaş)

Bu devletin kurulmasından sonra BM’den herhangi öldürücü bir yasaklama kararı çıkmamıştır.

Öyle bir yasak olmadığı gibi, Kıbrıslı Türkler uluslararası ticaret, temas ve spor anlamında hiçbir sıkıntı yaşamamışlardır.

Dahası, Rumlar tarafından muhatap alınıp, üstüne bir de dönüp 1977-1979 Doruk Anlaşmalarını da kotarmışlardır.

Bugün bol keseden ahkam kesen, saçma sapan yorumlar yapan ve adına ‘siyasi uzman’ denilenlerin gözüne sokmak için yazmam gerekirse, 77-79 anlaşmaları için Rumlar ‘büyük taviz’ tabirini kullanırlar.

Niye?

1960’ta kurulan ortaklık devletinin bilindik anlamda devam etmeyeceğini, bunun yerine iki bölgeli, iki toplumlu ve siyasi eşitliğe dayanan federal bir yapıya everilmesini kabul ettikleri için!

Ancak Denktaş ve onun Türkiye’deki derin destekçileri için, Kıbrıs adasının kuzeyinde, Türkiye’nin etkin ve fiili kontrol (ve garantisinde) bir yapı esastır, Rumlara ortaklık kurmuş, kendi ayakları üzerinde, kendini iradesiyle kendi kendini yöneten bir yapı değil!

Nitekim bu anlayış 1983 yılında kurulan ayrı devletle yeni ve çok daha tehlikeli bir yola girmiş, aradan geçen 42 yılın ardından da içinde bulunduğumuz tükeniş noktasına gelmiştir.

Bu tükeniş sadece içinde yaşayan halk anlamında değil, son kullanma tarihi çoktan dolan KKTC devleti için de geçerlidir!

Şimdilerde “KKTC bitti, artık Kıbrıs Türk Devleti diyeceğiz” diye verilen müjdeler bunun göstergesidir! KKTC’nin “sonsuza kadar, ve ulvi bir ülkü uğruna” değil, Türkiye’nin adadaki çıkarlarının korunması ve yine onların güya seçim yoluyla yönetimine getirdiği iş birlikçilerin partisel ve kişisel çıkarlarını sürdürmesinin bir aparatı olmaktan başka hiçbir şey değildir.

Kim bilir, geçtiğimiz hafta bizi ‘sıkılayıp’ had bildirmeye geleceğini söyleyen, ancak dün yaptığı açıklamada, “müjde” vereceğini ifade eden Recep Tayyip Erdoğan’ın çantasından çıkacak olan müjde belki de yeni bir devlet ilanıdır!

Ama inanın bana, değil bir, bin tane de yeni devlet ilan etseniz, Kıbrıs’ta ‘ayrı bir devlet’ ilanı asla kabul görmeyecektir.

Göremeyeceği için de kurulacak olan her yapı, Türkiye’nin alt yönetiminden ileri bir seviyeye asla geçemeyecektir.

Bunları bilirken, sırf çarpıtma olsun diye konuşanlar, ‘ev önü süpürme’ merakı içinde bulunanlar, ayrı devletin kurumlarına, makamlarına ve bürokrasisine namzet olanların Kıbrıs’ta çözüm diye bir gailesi ya olamaz, ya da bu ‘gaile’ çelişkiler yumağı içinde bir garabettir.

Kıbrıs’ta çözümün önündeki en büyük yasal engel olduğu apaçık olan ayrı devletin makamlarına namzet olup, öte yandan o adayı nasıl tekrardan birleştirmek isteyeceksiniz?

Ha burada da “napalım, kabile hayatı mı yaşayalım?” diye üstten çıkanlar vardır.

Onlara diyeceğim tek şey, siz olsanız da olmasanız da kurulan bu uydu devleti yönetecek birileri, son 42 yılda olduğu gibi hep bulundu, bulunacak, siz hiç merak etmeyin!

Kendinizi de Kaf dağında görmeyi bırakın!

Ne var? UBP de sizin gibi sandığa girip seçilmiyor mu? Eee? Sıkıntı ne?

Bugünkü hükümet, 2022 seçimlerinde yüzde 55’e yakın oy almıştır, sizin hesabınıza göre gayrı meşru filan değil, meşrudurlar.

Ben ve benim gibi boykotçularınsa bu suçta asla vebali yoktur!

Ama ben buralardan çıkıp, tekrar başa dönecek olursam, 2020 seçimleri sonrası tekrar dönülen ayrı devlet formülü, ya da iki devletli çözüm siyaseti, KKTC için değildir.

Burada kastedilen devletlerden bir tanesi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Diğeriyse Kıbrıs Cumhuriyeti’dir.

Son teklif tam olarak bunu doğrulamaktadır.

Türk Devletlerinin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni iyice tanıyıp, oralarda elçilik açmasını bir tesadüf ya da 'Tatargillerin' öne sürdüğü gibi “bir hata” mı sanıyorsunuz?

Bence çok yanılıyorsunuz!

İleriki günler ya da aylar çok şeylere gebedir...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.