“Ona soru soramazsın, sadece cevap verirsin!”
New York’ta 16-17 Temmuz tarihinde toplanacak Kıbrıs zirvesi öncesi diplomatik temaslar hız kazanırken, geçtiğimiz Çarşamba günü toplanan Rum Ulusal Konseyi’nden sızan bazı bilgiler dikkat çekti.
O bilgilere geçmeden önce kısaca Genel Sekreter Antonio Guterres’in Perşembe gecesi yaptığı açıklamaya da bakacak olursak, ortada “iki taraf da iyi niyetli ve kararlı davranırsa, Cenevre’de attığımız pozitif adımların daha fazlasını atabiliriz” şeklinde bir cümle var.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu cümle dikkat çekecek kadar pozitif duruyor. Ya da ben sinekten yağ çıkarmaya mahana arıyorum da diyebilirsiniz!
Öte yandan Guterres’in kişisel temsilcisi Maria Holguin’in de hafta sonu adaya geleceği ve zirve öncesi temaslarını sıklaştıracağı bilgisini de vereyim.
Bu arada geçen hafta Türkiye’ye giden ve orada sıcak mesajlar veren, sonra bir kaç saatliğine adaya da uğrayan İngiliz Dışişleri Bakanı David Lammy’nin de yüzüne nur yağmış gibime geliyor! Sanki de bir şey var da söylememek için kendini zor tutuyormuş gibi!
Fakat bu kadar pozitif pıtırcıklıktan sonra, Hristodulidis’in topladığı konseyin sonrasında geleneksel olarak Rum basınına sızdırılan konuşmalarına bakarsak aslında pek de ümitli bir durumda olmadığımızı görebiliyoruz.
Öyle ki Hristodulidis’in konseyde anlattıklarına bakılırsa, zaten masada Kıbrıslı Türk temsiliyeti diye bir şey olmadığını görebiliyoruz.
Ha bu yeni bir şey mi? Yok canım, yaklaşık 5 yıl kadar oluyor!
Filelefteros’tan Andreas Bimbişis’in aktardıklarına göre, Rum lider geçen günkü toplantıda, Ersin Tatar ile yaptığı 2 Nisan ve 5 Mayıs görüşmelerinde kendisine aslında hiçbir yetkisi olmadığını itiraf ettiğini söylemiş!
Hristodulidis, Cenevre’de kararı verilen ancak bir milim bile ilerlemeyen yeni geçiş noktaları konusunda Ersin Tatar’ın “Bu kapıların açılmasında benim bir yetkim yok. Tüm yetki askerdedir” dediğini anlatarak aslında durumun özetini yapmış.
Yalan mı demiş? Tabii ki hayır!
Türkiye ile en düzeyli (kimilerine göre dik duruş yüzünden kavgalı) bir ilişki biçimi kurmayı başaran (ve tabii bunu siyasi hayatının bitirilmesiyle ödeyen) Mustafa Akıncı’nın dahi Derinya kapısı meselesindeki ‘nöbetçi kulübesini’ bile 3.5 yıllık istişareler sonucunda kaldırabildiğini ve kapıyı açabildiğini hatırlatmak isterim.
Dolayısıyla Türkiye ile Akıncı’dan kat be kat daha düzeysiz bir ilişki kuran Tatar’ın “ben yetkili değilim, asker yetkilidir” demesi aslında Kıbrıs Türk siyasetinin ne durumda olduğunun açık bir göstergesidir.
Ateş-kes rejimi, Geçici 10.madde filan boşuna mı var zannediyorsunuz?
Bunu bir kenara bırakıp, Hristodulidis’in yaptığı konsey bilgilendirmesine geri dönecek olursak, Rum lider, 5 Mayıs’taki görüşmede de Tatar’ın, Erdoğan ile ilişki düzeyini sorguladığını anlatmış.
Bimbişis’in kendi köşesinde aktardıklarına göre, Hristodulidis, Tatar’a “Erdoğan ile Kıbrıs sorunu konusunda konuşup konuşmadığını” sorumuş.
Tatar buna istinaden “Hayır, ona Kıbrıs sorunuyla ilgili hiçbir şey sormadım” diye cevap vermiş, sonra da eklemiş: “Ona soru soramazsın, yalnızca cevap verirsin!”
Elbette Tatar'ın bu ifadelerini "benim suçum yok, tüm suç onlarda" şeklinde yorumlayanlar da olacaktır. Tabii bu onun hiç düşünmediği, istemediği bir durumdur!
Ve elbette Kıbrıslı Türklerin nasıl ve ne şekilde tamamen etkisizleştirildiği, bitirildiği, kaybedildiği, hükmünün olmadığının yeni örnekleri olan bu ifadelerin doğruluğu pek tabii ki tartışılır.
Ancak Tatar’ın “ben Türkiye’nin papağanıyım” diye konuşan birisi olduğunu düşündüğünüzde, elbette bunların gerçek olduğuna kanaat getirebiliriz.
Yine “Sayın Cumhurbaşkanımız” ifadelerini hemen her açıklamada kullanan, direk olarak Erdoğan’ın emrinde çalışırmış gibi bir hava uyandıran Ersin Tatar’ın onun karşısında soru sormayan, sadece cevap veren birisi olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmaz.
Nitekim Tatar, tarihe ‘tek bir geçiş kapısı dahi açamayan lider ‘olarak geçmek üzeredir.
Ondan önceki tüm liderler, bir şekilde en azından kapı işini başarmışlardır.
Bu durum Tatar’ı çok germekte, canını sıkmaktadır. Aslına bakarsanız Tatar, bu yeni kapı girişiminden çok önce, daha görev süresinin başında, Lefkoşa-Çağlayan’daki kapıyla ilgili girişim yapmış ama yine askere takılmıştı.
Daha önceki makalelerimde bu olayı anlatmış, onun da yakın çevresine bu olayı “Napayım, asker bırakmaz” şeklinde anlattığını da yazmıştım.
Yani Hristodulidis’in konseyde anlattıkları yeni bir şey değil, bilakis, adanın kuzeyinde sittin senedir yaşanan bir gerçekliktir.
Kusura bakılmasın ama bu durumun, adada şu an devam eden statüko ve güvenlik rejimi sürdüğü sürece değişemeyeceğini biliyorum.
Yukarıda Akıncı-Derinya örneğini verdim ama ondan çok daha önce Mehmet Ali Talat-Lokmacı örneğini de vermek gerekmektedir.
Ha diyeceksiniz ki hem Akıncı, hem de Talat her şeye rağmen yeni kapı açmayı başarmıştır, bu doğrudur.
Peki bu kadar Türkiye biatçısı, asker şükrancısı Tatar niye bir kapı bile açmayı başarabilmiş değildir?
Burada mecburi bir şekilde komplo teorilerine geçmek durumundayız.
Bunlardan birincisi, Türkiye’nin Tatar’ı tamamen gözden çıkardığı, hiçbir şeyi başarmasına destek verilmediği şeklindeki teoridir. Buna faciayla sonuçlanan TDT macerası da ekleyebiliriz.
Yani Türkiye onu 2020’de başkan yaptığı için pişmandır, yerine başka birisini getirmeyi düşünmektedir. Tabii düşünmeden öte böyle olması için dolaylı, dolaysız müdahalelerini yapmaktadır, bu da onlardan bir tanesidir denilebilir.
Fakat Tatar için çok daha heyecan verici diğer teoriye geçecek olursak, kapıların açılmasının gecikme sebebi, yaklaşan seçimlerde bir seçim malzemesi olarak kullanılması düşüncesidir demek de mümkündür.
2020 seçimlerinde sonradan ‘kafaya giyilen’ Maraş açılımıyla boyanan gözler, bu kez Haspolat, Luricina ve hatta Lefkoşa içinden yeni bir kapı açılmasıyla boyanmak istenebilir.
Mümkün mü?
E niye olmasın ki?
Reis bir telefon açar, iki talimat verir, bütün kapılar takır takır açılır, Tatar da bunların önünde şov yapar!
Peki diyelim ki ilk senaryo geçerli, Tatar en başarısız başkan olarak tarihin tozlu sayfalarına geçiverdi, yerine gelen ne yapacak?
Vallahi sağ olsun, bir köşe yazarımız icat etmiş, Tufan Erhürman için “dik durmadan dik durmayı başardı” ifadesini kullanmış, ben tabii Türkçe şoku yaşıyorum!
‘Dik durmadan dik durabilen’ Tufan hocamız göreve gelir gelmez kapıları açabilir mi dersiniz?
Benim buna cevabım tabii ki hayır olacaktır ama beni utandırmasını çok isterdim!
Gerçi beni utandırmasını istediğim tek yer bu değil, genel olarak federal çözümü sağlaması, en azından bu yolda samimi ve dirayetli adımlar atmasıdır ama şimdilik kapıya da fitim demek istiyorum!
Sonuç olarak, Guterres’le girip, Nikos’la devam edip, Ersin beye geçip, Tufan hocamızı da ziyaret ettikten sonra, diyeceğim odur ki, bu önümüzdeki New York zirvesinden pek bir şey çıkacağını sanmak biraz saflık olur.
Ha Türkiye’nin başka bir tasarrufu olur, Yunanistan’la başka bir al-veri ya da İngilizlerle gizli aşkı filan vardır, bilemeyiz.
Ama bildiğimiz şey Kıbrıs zirvelerinden de, Kıbrıs sorunundan da bıktığımızdır!
O yüzden de atılacak her adıma desteğiz, amin diyoruz!

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.