Değişim, değişim dediğiniz...
Türkiye’deki seçim ile ana aktör Recep Tayyip Erdoğan değişmedi.
Hepimiz izliyoruz; başta realist ekonomi politikalar olmak üzere -adımları seçim öncesi netleşen- dış politikadaki yumuşama ve rasyonelleşme hız kazandı.
KIBRIS EKİBİ de değişti.
Bu sütünda bir “HANCI” olarak geride bıraktığımız yıllarda ısrarla yazdığımız gibi şimdi kökü kazınan “YOLCU” eskiler, coğrafyamızda görülmüş en kötü teknokrat ve siyasilerden müteşekkildi.
Kayıt altındaki hiçbir zamanda kimse Türkiye-KKTC ilişkilerinde bu denli siyasi ve mâli hasara “aynı anda” neden olmamıştı.
**
Şimdi yeni bir ekip oluştu.
Türkiye’de yeni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, rasyonel olduğu bilinen; tıpkı Kıbrıs mıntıkasında ismi kazınmış Halil İbrahim Akça gibi bir PLANLAMA UZMANI teknokrat….
Bunun yanında deneyimli bir siyasetçi…
Kıbrıs’ta bu aktörlerin yeni oluşu tabii olarak KKTC’de de “değişim beklentisini” artırdı.
Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi ardından –2018’de bozulan geleneği tashih ederek- yaptığı ilk yurtdışı ziyareti olan KKTC’den memnun dönmediği biliniyor…
Ama şimdi kabine değişecek mi, değişmeyecek mi?
Ercan Havalimanı’nın 20 Temmuz’da şeklen açılışı öncesi geçtiğimiz hafta hükümetimizin Ankara ziyaretinde acaba bazı izinler alındı mı alınmadı mı gibi tartışmalar da var.
Lafı uzatmayalım; Bu tartışmaların hiç bir zemini yok…
Nâçiz…!
**
KKTC’de hükümet ve siyaset, Türkiye’de göreve başlayan yeni aktörler KKTC’de son beş yılda ortaya çıkan hasarı, vehameti görüp –kemer sıkma dahil- tıpkı 2010’larda olduğu gibi bir nizamı hayata geçirmeye karar verdiklerinde değişecektir…
Efendime söyleyeyim; UBP’de yeniden genel başkanlık krizi…
Ya da DP’de kabinede olmayan vekiller istifa edebilir…
YDP’de Erhan Arıklı genel başkanlığı kaybedebilir.
Yani yan yatabilir, çamura batabilir.
Bu da olmazsa SEÇİM!
Velhasıl son 5 senenin acı faturası masaya geldiğinde KKTC’de muhatap bulunamayabilir!
Bir de Kıbrıs sorununda hareketlenme olursa seyreyleyin cümbüşü…
Fark etmez…
Tüm hesap, mekanın sahibine ya da kendini mekanın sahibi zanneden Türkiye’ye “ustalıkla” ödetilecektir…
Yani Türkiye ile mali disipline yaslanan ilişkiyi özünde istemeyen CTP, mesela 2013’te olduğu gibi gerekirse iktidara gelebilecektir.
KKTC’de değişim İSTENİLDİĞİ ZAMAN DEĞİL, GEREKTİĞİ ZAMAN olur.
Ama bu değişimin amacı, Türkiye tarafının planlarının hayata geçmesi için değil, geçmemesi için olacaktır.
**
Biz bu tiyatroları çok gördük; Bu vesileyle Cevdet Bey ve ekibi de görecektir…
Öte yandan malum KKTC’de iktidar da ikide bir istikrar, istikrar diyip duruyor.
KKTC’de 1975’ten beri istikrar var!
O da Türkiye’den daha fazla kaynak alma modeline dayanıyor…
Yani zaten bir istikrar mevcut.
Türkiye’nin bir talebi olacaksa eğer, bu içi boş şekilde vurgulanan sözde “istikrarı” değil, “değişimi” talep etmesi gerekir.
Değişimden anlaşılan şey de işaret ettiğimiz üzre tarafların farklı farklı anladıkları bir analojidir…
**
Kıbrıs teorik değil, pratik ve teorinin bir arada öğrenilmesiyle tecrübe edilecek bir yerdir.
Ama öğrenmenin sonu yok; Hem bilmemek değil, öğrenmemek ayıp…
Köşe Karantina, daha iyi ötsün diye gözleri oyulan kör saka kuşu misali şakımayı bu yeni sezon da sürdürecek…
Son olarak layıkıyla veda edemediğimiz ve Kurtlar Vadisi repliklerini sevdiğini bildiğimiz Dış İşleri Komisyonu başkanımızı yâd ederek bağlayalım;
“Değişim değişim dediğin nedir ki gülüm… Ben sana anavatan olmayı seçmişim”.
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Erdoğan Fidan23/12/25 19:41
GERÇEKTEN Mİ? :D Aynı aktör, aynı güç merkezi, aynı karar mekanizmaları yerli yerindeyken; vitrine çıkan birkaç yeni isimle “rasyonelleşme” masalı anlatmak, siyasetin en eski numaralarından biridir. Evet, ekonomi dili yumuşadı, dış politika ton değiştirdi. Ama bu değişimin adresi Ankara’dır; Lefkoşa değil. KKTC, Türkiye’deki bu ayarlamaların öznesi değil, yine nesnesidir. Kıbrıs dosyasının “planlama uzmanları”na emanet edilmesi, meselenin teknokratik bir arıza olduğu varsayımına dayanıyor. Oysa sorun teknik değil, politiktir. Ve politika değişmeden teknokrat değiştirmenin adı reform değil, dekorasyondur. Eğer KKTC son beş yılda bu kadar ağır bir hasar aldıysa, bunun nedeni sadece isimler değil; bu isimleri var eden ve koruyan sistemdir. Aynı sistem dururken, faturayı yalnızca eski aktörlere kesmek, bugünü aklama çabasıdır. Ankara’nın KKTC’den memnun olmadığı doğru olabilir. Ama bu memnuniyetsizlik, bugüne kadar gerçek bir özeleştiriye dönüşmedi. Çünkü her kriz sonunda aynı refleks devreye girdi: “Kaynağı verelim, düzen yürüsün.” Bu bir istikrar değil; alışkanlıktır. 1975’ten beri süren şey de tam olarak budur: bağımlılığın sürekliliği. “Değişim gerektiği zaman olur” deniyor. Peki kim için gerekir? KKTC halkı için mi, yoksa Ankara’nın bütçe tabloları için mi? Eğer değişim, yine kemer sıkma, yine mali disiplin, yine siyasi iradenin törpülenmesi anlamına geliyorsa; buna değişim değil, döngü denir. CTP’nin ya da başka bir partinin iktidara gelmesi de bu döngüyü tek başına kırmaz; çünkü sorun partiler üstüdür. Asıl mesele şudur: KKTC’de muhatap bulunamamasının nedeni aktör eksikliği değil, yetki eksikliğidir. Sorumluluk devredilip yetki verilmediği sürece, hangi hükümet gelirse gelsin aynı tiyatro sahnelenecektir. Türkiye’nin “değişim” talebi varsa, önce bu ilişki biçimini değiştirmesi gerekir. Yoksa biz de bu filmi çok gördük. Oyuncular değişir, sahne aynı kalır; alkış Ankara’dan, fatura Lefkoşa’dan kesilir. Ve madem replik seviliyor, biz de buradan bağlayalım: “Değişim diyorsun ya… Aynı senaryo, farklı oyuncularsa bunun adı değişim değil, tekrar yayınıdır.”