Cenevre, senaryolar, korkular ve umutlar...
BM Genel Sekreterinin ofisi en nihayet geçen akşam adadaki liderlerle temas ederek, 17-18 Mart’ta Cenevre’de yapılacak gayrı resmi 5+1 konferansla ilgili tarafları bilgilendirdi. Resmi davet ve BM’nin resmi açıklamasının da bu hafta yapılacağı öğrenildi.
Henüz resmi olarak açıklanmasa da benim edindiğim bilgilere göre zirve 17 Mart günü öğle saatlerinde başlayacak ve ertesi gün akşam üzeri saatlerinde sonra erecek.
Zirve büyük bir ihtimalle Cenevre’de bulunan Milletler Sarayı’nda gerçekleştirilecek. Bir kısım ek toplantıların da heyetlerin kaldığı otellerde gerçekleştirilmesi öngörülüyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in başkanlık edeceği zirve 4 yıl aradan sonra ilk üst düzey çözüm adımı olarak oldukça kritik olarak addediliyor.
Zirveye daha önceden açıklandığı üzere Kıbrıslı Türk ve Rum taraflarının dışında, adanın üç garantörü Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de bakan düzeyinde katılım gösterecek.
Buna göre Türkiye tarafını Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Yunanistan tarafını Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetridis ve İngiltere tarafını Dışişleri Bakanı Yardımcısı Stephen Dougthy’nin temsil etmesi bekleniyor.
Öte yandan Başkan Nikos Hristodulidis’in zirveye büyük bir heyetle katılacağı da edindiğim bilgiler arasında. Hristodulidis, tüm partilerden temsilcileri hatta parti başkanlarını zirveye götürmeyi düşünüyor. Buna karşılık Kıbrıs Türk tarafının böyle bir tasarrufu olup olmayacağı henüz bilinmiyor.
Yine Rum lider hafta sonu katıldığı bir etkinlikte, Cenevre’ye büyük bir ciddiyet ve umutla gideceklerini açıklarken, zirveden ‘pozitif bir sonuçla’ çıkılması için elinden geleni yapacaklarını da vurguladı.
Hristodulidis, geçtiğimiz hafta AB Konseyi Başkanı Antonio Costa’nın Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamasına da atıfta bulunarak, “Avrupa Konseyi Başkanı Costa, Erdoğan ile bir telefon görüşmesi yaptı. Üç konuyu ele aldılar. Suriye sorunu, Ukrayna'daki gelişmeler ve Kıbrıs sorunu. Costa açıklamasında Guterres’in aldığı inisiyatifi desteklediğini de söyledi. AB, Türkiye'nin AB ile bağlarını güçlendirmeye hazırdır. Ben bizzat bu durumdan haberdarım. Dolayısıyla olumlu gelişmelerin olup olmayacağı Türkiye'ye bağlıdır” ifadelerini kullandı.
Aslına bakarsanız, Costa’nın bu açıklamasını geçtiğimiz hafta Başkan Erdoğan’ın yaptığı “Avrupa Birliği’ni ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye, Türkiye’nin tam üyeliği kurtarabilir" açıklamasıyla birlikte okursak daha anlamlı olur.
Çünkü AB, Ukrayna-Rusya savaşının hızlıca geldiği durumda büyük bir çıkmaza düşmüştür.
Hele de geçtiğimiz Cuma tüm dünyanın gözü önünde Oval Ofis’te yaşanan skandal sonrası, AB ile ABD restleşme noktasına varmıştır.
Nitekim Pazar gecesi Londra’da yapılan ve NATO Başkanı Rutte ile birlikte Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katıldığı zirve sonrası, hem yapılan açıklamalar, hem de basına dağıtılan resimle birlikte, AB’nin Ukrayna siyaseti ABD ile tamamen ayrı düşmüş, ortaya ciddi bir güvenlik sorunu çıkmıştır.
Bunun yanı sıra AB, uzun süredir devam eden NATO bağımlılığından kurtulmak için kendi savunma mekanizmasını kurmaya başlamış, şimdilerde de Batı’da İngiltere, Doğu’da Türkiye’nin olacağı bir şemsiye için çalışmalar yapmaktadır. Costa’nın açıklamasının şifrelerinde bu vardır.
Erdoğan’ın açıklamasında yaptığı ‘AB’nin dertlerine biz derman olabiliriz’ vurgusu da bu bağlamda ekonomiden çok güvenlik bağlamında bir vurgudur.
AB gelinen noktada Türkiye’ye güvenlik anlamında muhtaçtır. Geçmişte nasıl ki mülteci akımının durdurulması noktasında muhtaçtı ve bu yönde adım attı, şimdi de güvenlik konusunda adımlara ihtiyaç vardır.
Ancak bu adımların atılması için ya da daha geniş çerçevede Türkiye-AB ilişkilerinin sağlıklı bir yere varması için Kıbrıs sorunu bir şekilde aradan çıkartılmalıdır.
Çünkü Kıbrıs sorununu devam ederken, Türkiye ile AB’nin sağlıklı bir ilişki kurması mümkün değildir.
Elbette bu noktada tangonun tek kişilik bir dans olmadığını da hatırlatmak isterim.
Belki Hristodulidis’in yukarıda aktardığım “pozitif sonuç alınmasının anahtarı Türkiye’dir” ifadesi bir yere kadar doğru olabilir. Fakat bu ancak Türkiye’nin istediğini almasıyla sağlanabilecek bir şeydir.
Peki Türkiye ne istiyor?
Doğu Akdeniz enerji denkleminin bir parçası olmak istiyor. Bu bağlamda Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden taşınmasını istiyor ki bu isteğin hem mantık, hem finans hem de coğrafik gerçekler bakımından en rasyonel formül olduğu su götürmez bir gerçekliktir.
Bunun dışında Türkiye, Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesini ve vize serbestisi gibi hayati konuların hallini de istiyor. Ve inanın bana bu isteklerin önündeki en büyük engellerden başta geleni Kıbrıs sorununun kendisidir.
Yani kısacası 17-18 Mart zirvesi sadece Kıbrıs sorunu bağlamında değil, genel olarak Doğu Akdeniz gaz meselesi ve Türkiye-AB ilişkileri bakımından da son derece kritik bir zirvedir, uluslararası bir zirvedir.
Peki bu zirveden neler bekleniyor?
Hafta sonu Filelefteros’ta çıkan Kostas Venizelos imzalı makaleye göre 4 ayrı senaryoyla karşı karşıyayız.
Buna göre ilk senaryo şu an devam eden statükonun aynen korunması ancak çözümsüzlüğün ilan edilmeden, teknik bir takım temaslarla sürecin devam ettirilmesini öngörüyor. Hiç istemediğimiz bir sonuç!
İkinci ve fantastik senaryoya göreyse, Guterres başarısız geçen zirve sonrası çözümsüzlüğü ilan ederek, konuyu BM Güvelik Konseyine götürecek. Konu oraya gidince de Türkiye adanın resmi temsilcisinin Rumlar olduğunu perçinleyen 4 Mart 1964 sayılı 186 sayılı BM kararının değişmesi için düğmeye basıp harekete geçecekmiş. Venizelos, bunu “Türkiye’nin tercih edebileceği hamle” olarak nitelemiş ama ben buna sıfır ihtimal veriyorum.
Üçüncü senaryo ise yine zirvenin çökmesi sonrası, Guterres’in taraflara bir ‘düşünme periyotu’ çağırısı yaparak, konuyu Ekim’deki Kıbrıslı Türk liderliği seçimi sonrasına bırakacak. Yani daha ılımlı bir adayın seçilmesi ihtimalini konuşuyoruz.
Elbette Tatar’a nazaran daha ılımlı bir adayın seçilmesi önemlidir ama bana göre bu hayati bir gelişme değildir. Çünkü dünyanın en barışçı insanı da gelse anahtar yine en başta Türkiye’nin ve diğer büyük aktörlerin elinde olacaktır diye değerlendiriyorum.
Son senaryoya göreyse Maria Holguin’in geçen yılın ilk yarısında yaptığı temasları sonrası yazdığı ama kimsenin görmediği raporunda, taraflar arasında olmayan zeminin sağlanması için bir takım Güven Yaratıcı Önlemin (GYÖ) masaya gelebileceği düşünülüyor.
2021 Nisan’da, son Cenevre zirvesinde dönemin başkanı Nikos Anastasiadis tarafından önerilen ancak Türk tarafı tarafından reddedilen Maraş’a karşılık Ercan’a direkt uçuş önerisi yeniden masaya gelebilir mi acaba diye düşünmeden edemiyorum. Gelirse bu kez ne cevap verilir doğrusu onu da bilmiyorum.
Bir diğer GYÖ, Kıbrıs Türk tarafının Mustafa Akıncı döneminde önerdiği Doğal Gazla ilgili ortak komite de olabilir ama bütün bunları ancak zirvede anlayabileceğiz.
Uzun lafın kısası, 2021’den tam 4 yıl sonra bir kez daha umut için yollara düşüyoruz.
Enseyi karartmanın hiçbir manası yok, bu bir uluslararası zirvedir.
Ve Kıbrıs sorunu ancak böylesi bir platformda çözülebilir. Bu bile umut için yeterlidir...

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.