TDT fiyaskosu ve boş beleş tartışmalar...
Türki Cumhuriyetlerin 4 Nisan’da Semerkant'ta AB ile imza ettiği deklarasyon, her bakımdan Kıbrıs Türk siyasi tarihine geçecek cinsten tartışmaları da beraberinde getirdi.
En son yazacağımı, en başta yazarak devam edecek olursam, bir daha, belki de bininci kez, KKTC’nin tanıtılma masalı serüveni fiyaskoyla sonuçlandı.
Ortada ne tanınma, ne tanıtılma ne de dikkate alma var. TDT, kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuk demiş, Türk dış politikası da büyük itibar kaybetmiştir.
Bu arada dün çıkan haberlere, TDT’nin Aksakallılar Konseyinin bu yılki toplantılarını KKTC’de yapma kararı aldıkları bildiriliyordu! Hani yarım elma, gönül alma işi gibi bir şey!
Ama ortada alınacak ne bir gönül, ne de başka bir şey kalmıştır! Ortada büyük bir enkaz vardır!
Devamla, 2020 seçimlerinin ardından eski ve bayat bir numara olarak yeniden piyasaya sürülen “Kıbrıs’ta ayrı bir devlet kurma” tezi böylece bir kez daha hayal kırıklığıyla sonuçlandı.
Zaten öyle olacağını biliyorduk ama bu kadar da feci bir şekilde biteceğini öngörememiştik diyelim!
Çünkü Türki Cumhuriyetler, AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen ile imzaladığı deklarasyonda, BM’nin KKTC ve Türkiye için aldığı belki de en önemli iki karar olan 541 ve 550 sayılı kararlara da açıkça destek verdiler.
Bilmeyenler için hatırlatacak olursam, 541, 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC’nin tanınmasını yasaklayan karardır.
550 sayılı karar ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesini vurgulayan Türkiye’yi işgalci olarak ilan eden ve aynı zamanda bugün hayalet şehir olarak anılan Varoşa’nın (Kapalı Maraş) BM yönetimine devredilmesini söyleyen karardır.
541 sayılı karar o günden beri yürürlüktedir ve 550 sayılı kararla birlikte diğer alından tüm kararlar, hem Türkiye hem de KKTC yönetimi tarafından yok hükmünde olan kararlar olarak kalmışlardır.
Türkiye’nin batılılaşma projesini berhava eden, belki de bitiren, onu otokratik, anti-demokratik bir Orta Doğu ülkesi kıvamına sokan Kıbrıs sorunu ve onunla ilgili alınan uluslararası kararlar, maalesef Türk halkının başındaki en büyük beladır.
Buna rağmen geçen gün mecliste bu konuyu tartışan KKTC siyasetinin sağ cenah temsilcileri, her şey çok açık ve net bir şekilde ortada olmasına rağmen halka yalan söylemeyi sürdürerek, “541 sayılı karar bağlayıcı değildir, Allah kelamı değildir” demişlerdir.
Neolitik çağlardan beri Kıbrıs tarihinde bu kadar uzun süre söylenen bir yalan görülmemiştir!
541 sayılı karar tam 42 yıl önce alınmış bir karardır ve o günden beri geçerliliğini korumaktadır.
42 yıldır Kıbrıs Türk halkını bir kafesin içine koyan, uluslararası hukuktan kopartan, izolasyonlar arasında yaşamaya mahkum eden, spor gibi en temel insan özgürlüklerini yaşamaktan alı koyan bir karar geçerli değilse, hangisi geçerlidir diye sormak lazımdır!
4 Mart 1964’te alınan BM-186 sayılı karar nasıl ki 61 yıldır adada tek bir legal entiteye işaret etmektedir; 541 sayılı karar da bu legal entiteye karşı tek taraflı ilan edilen ve yasaklanan devleti tanımlamaktadır!
Adada yıllardır sürdürülen iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan federal çözüm modeli, tam da bu yasaklamanın sona erdirilmesi, aslında Kıbrıslı Türklerin de uluslararası tanınan bir ortaklık devlet kurma mücadelesinden başka bir şey değildir.
Konu aslında basittir: Ya ayrılıkçı olacaksınız, ya da birleştirici!
Ayrılıkçı olmak bizi ‘yasadışı ayrılıkçı entite’ noktasına sürüklemiştir.
Birleşmeyi istemekse kimilerine göre hainlik noktasına götürmüştür.
Çözüm isterseniz hainsiniz, istemezseniz vatanperver!
Öte yandan Türkiye basını son bir aydır Kıbrıs konusunda çeşitli iddialar ortaya atmakta, savlar öne sürmektedir.
Ulusal sol/sol çevreler tarafından ortaya atılan hemen tüm iddiaların ortak öznesi yıllardır değişmeyen bir slogandır: “Kıbrıs’ı satıyorlar!”
Komployu pek bir seven ulusalcı kesimlerin kötü bir plak gibi sürekli ortaya attığı bu slogan, kuşku yok ki çok büyük kesimlerin ilgisini çekmektedir.
Elbette bu söylem, muhalefetin genelinin diline pelesenk olmuş, iktidara karşı bir silah haline çevrilmiş durumdadır. İleride iktidar rolleri değişirse, yine çok kullanışlı bir retorik olabileceğini söylememe hiç gerek yok!
Bu yüzden hemen her gece TV ekranlarında toplanan ve ‘güya’ Kıbrıs sorunu ‘uzmanları’, bu sorunu konuşmakta, çözüm isteyen Kıbrıslı Türkleri ve siyasi oluşumları da “Amerikan uşağı, emperyalizm tarafından kandırılmış Rumcular ya da AB’nin paralı memurları” gibi şeylerle itham etmektedirler.
Bir diğer ‘toplanmalar’ da iktidara yakın havuz medyası kanallarında yaşanmakta, orada da Kıbrıslı Türkler ‘dinsiz’ ‘imansız’ ‘domuz eti yemek isteyenler’ olarak anlatılmakta, türlü hakaretler edilmekte, hedef gösterilmektedir.
Velhasıl, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayan Kıbrıslı Türkler, bu yukarıda anlattığım kesimler tarafından ya yeterince Türk, ya da yeterince Müslüman görülmemektedir.
Sanki bu arkadaşların elinde bir ölçüm cihazı vardır da o cihaz marifetiyle yapılan ölçümlerden sınıfı geçemedik gibi saçma bir şey!
Kaldı ki, bu satırların yazarı ve onun gibi binlerce kişinin, bir şey ispatlamak gibi bir yükümlülüğü hiç yoktur. Asla da olmayacaktır! Ne münasebet!
Yine bu çevrelerin koro halinde ortaya attığı bir diğer slogan olan “Kıbrıs kırmızı çizgimizdir” lafı da, Kıbrıslı Türkleri yok sayan, iradesini ayaklar altına alan, hiçleştiren bir söylemdir.
Tabii ki kimsenin kırmızı çizgisi değiliz! Haliyle kırmızı çizgi filan hiç değiliz!
Kıbrıs ve Kıbrıs Türk halkı sizin kendi içinizde sürdürdüğünüz iktidar kavgalarının mezesi olmamalıdır.
Bu tartışmalar Kıbrıs Türk halkının iradesinden ya da hayallerinden de değerli değildir.
Ama gelin görün ki, Kıbrıs Türk halkının arasında hatırı sayılır miktarda iş birlikçi kişi ve jurnalci siyasetçiler vardır.
Tek görevleri adanın kuzeyindeki yapının kendi ayakları üzerinde durmasını engellemek olan bu güruhlar sisteme göbekten bağlıdırlar. Onların seçtiği jurnalci siyasetçilerin de tek derdi, kendilerine ve zümrelerine çıkar sağlamaktan başka bir şey değildir.
Bugün içinden cerahat akan, tam bir suçlu cennetine çevrilen, meclisinde karar para aklama yasaları uçuşan bu sistem, kuşku yok ki bu iş birlikçiler sayesinde ayakta durmaktadır.
Haliyle bunların adada çözüm ya da yeniden birleşmeye karşı bir pozisyonları vardır ve maalesef şu ana kadar elbirliğiyle bu görevlerini layığıyla yerine getirmişlerdir.
Gelinen nokta, Kıbrıs Türk halkının yok oluş noktası, bitme anıdır.
Bu yüzden de çözümün gerekliliği bir öngörü değil, hayati bir şarttır!
Umarım son günlerde yoğun duyduğumuz yeni plan söylentileri gerçek çıkar da en azından umut edecek bir şeyimiz olur!
Çünkü çözümden, uluslararası hukuktan uzak Kıbrıslı Türklerin kaybedecek bir dakika bile zamanı yoktur.
Eğer böyle giderse, yakın zamanda kaybedecek bir şeylerinin kalmayacağı da uzak bir ihtimal değildir...
(Yine de 2 yıl önce yazdığım ve TDT konusunda bugün gelinen noktayı anlatan makale burada: https://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j227/a40747-fiyasko-kktc-dream-ve-birtakim-tespitler)
(Ayrıca ek olarak sevgili dostum Muhittin Özsağlam hocanın dünkü yazısının linkini de buradan paylaşmak isterim...

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Alexy Flemmings27/04/25 10:30
UNSC Resolution 1983/541 is NON-BINDING: On 04.08.1986, Greece filed a case against the Council of the European Communities(supporter intervener:Commission of the European Communities). In the case, Greece first argued that the UN Security Council Resolution 1983/541 called "upon all States not to recognize any Cypriot State other than the Republic of Cyprus". Greece then reasoned that since the Turkish Government recognized the Turkish Republic of Northern Cyprus, the European Community "cannot grant it the special aid without ignoring that breach and thereby itself violating an obligation imposed on it under a measure which is binding on it by virtue of the principle of substitution."[1] On 25.05.1988, Council of the European Communities(supporter intervener:Commission of the European Communities) specified that the UN Security Council Resolution 1983/541 which is not passed under Article VII of the UN Charter is non-binding in nature, and Council of EC and the Commission of the EC stated that "It is manifest from the wording of the operative part and from the debates and the declarations of vote prior to the adoption of Resolution No 541 that the Resolution does not constitute a "decision" and is therefore not a binding measure, but a measure in the nature of a mere recommendation. Consequently, the States to which the declaration is addressed are NOT bound to comply with paragraph 7 of the resolution or to infer from the fact that paragraph 7 was not complied with the consequences which Greece claims they should infer."[2] On 27.09.1988, European Court of Justice (ECJ) rejected all of the Greece's arguments in the Case 204/86 (Greek Republic v. Council of the European Communities(supporter intervener:Commission of the European Communities)), and punished Greece to pay all the costs, including the costs of the intervener. ECJ stated (in prg28) that the Resolution 1983/541 of the United Nations Security Council is completely extraneous to relations between the Community and Turkey.[3] [1] "Developing the principle of non-recognition". Adam Saltzman. 2019. Retrieved 17 January 2025. https://digitalcommons.onu.edu/onu_law_review/vol43/iss1/1 [2] "Opinion of the Advocate-General (of CoEC and CEC)". Advocate General Mancini. 1988. Retrieved 17 January 2025. https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/HTML/?uri=CELEX:61986CC0204 [3] "Judgment of 27.9.1988 - Case 204/86". European Court of Justice (ECJ). 1988. Retrieved 23 January 2025. https://eur-lex.europa.eu/resource.html?uri=cellar:eec1dbbe-ca2b-4e87-9f06-d9a2d2b31a10.0002.03/DOC_1&format=PDF BM Güvenlik Konseyi Kararı 1983/541 BAĞLAYICI DEĞİLDİR: 04.08.1986 tarihinde Yunanistan, Avrupa Toplulukları Konseyi’ne (destekleyici müdahil: Avrupa Toplulukları Komisyonu) karşı dava açmıştır. Bu davada Yunanistan, öncelikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1983/541 sayılı Kararının "Kıbrıs Cumhuriyeti dışında herhangi bir Kıbrıs Devleti'ni tanımamaları" yönünde tüm Devletlere çağrıda bulunduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan, bu doğrultuda, Türk Hükümeti'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıdığını belirterek, Avrupa Topluluğu'nun "bu ihlali göz ardı ederek özel yardımda bulunmasının, kendisine ikame ilkesi uyarınca bağlayıcı olan bir düzenlemeyi ihlal etmesi" anlamına geleceğini savunmuştur.[1] 25.05.1988 tarihinde Avrupa Toplulukları Konseyi (destekleyici müdahil: Avrupa Toplulukları Komisyonu), BM Güvenlik Konseyi'nin 1983/541 sayılı Kararının Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümü uyarınca kabul edilmediğini ve bu nedenle bağlayıcı nitelik taşımadığını belirtmiştir. Avrupa Toplulukları Konseyi ile Avrupa Toplulukları Komisyonu, “Kararın bağlayıcı bir ‘karar’ niteliğinde değil, yalnızca bir TAVSİYE niteliği taşıdığının, hem hüküm kısmının ifadesinden hem de kararın kabulünden önceki tartışmalar ve oy açıklamalarından açıkça anlaşıldığını” ifade etmiştir. Bu doğrultuda, söz konusu bildirimin muhatabı olan Devletlerin, kararın 7. paragrafına uymakla yükümlü OLMADIKLARI gibi, Yunanistan’ın iddia ettiği şekilde, bu paragrafa uyulmamasından belirli sonuçlar çıkarmakla da yükümlü olmadıkları belirtilmiştir.[2] 27.09.1988 tarihinde Avrupa Adalet Divanı (AAD), 204/86 sayılı davada (Yunanistan Cumhuriyeti v. Avrupa Toplulukları Konseyi (destekleyici müdahil: Avrupa Toplulukları Komisyonu)) Yunanistan’ın TÜM İDDİALARINI REDDETMİŞ ve Yunanistan’ı, müdahil tarafın masrafları da dahil olmak üzere, tüm yargılama giderlerini ödemeye mahkûm etmiştir. Avrupa Adalet Divanı, kararının 28. paragrafında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1983/541 sayılı Kararının, Topluluk ile Türkiye arasındaki ilişkiler bakımından tamamen ilgisiz olduğunu belirtmiştir.[3] Kaynaklar: [1] "Developing the principle of non-recognition." Adam Saltzman. 2019. Erişim tarihi: 17.01.2025. https://digitalcommons.onu.edu/onu_law_review/vol43/iss1/1 [2] "Avrupa Toplulukları Konseyi ve Avrupa Toplulukları Komisyonu’nun Savcısının Görüşü." Advocate General Mancini. 1988. Erişim tarihi: 17.01.2025. https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/HTML/?uri=CELEX:61986CC0204 [3] "27.09.1988 tarihli karar - Dava 204/86." Avrupa Adalet Divanı (AAD). 1988. Erişim tarihi: 23.01.2025. https://eur-lex.europa.eu/resource.html?uri=cellar:eec1dbbe-ca2b-4e87-9f06-d9a2d2b31a10.0002.03/DOC_1&format=PDF
Samet Dogan24/04/25 09:51
Yazınızı sonuna kadar okudum. Sorunların tespiti ve öngörünüz takdire şayan. Lakin Rum tarafı ile barışı nasıl tesis etmeyi düşünüyorsunuz? Masa da güçlü olan istediğini alır. Sizce onlar mı güçlü yoksa soydaşı tarafından tanınmayan KKTC mi? Onlar güçlü ise siz onlara ne verecekseniz? Siz güçlü iseniz ülke neden bu durumda?