Kıbrıs sorunu en nihayetinde uluslararası bir sorundur...
Başlığı bilerek attım. Muhtemelen tüm Kıbrıs tarihi içinde de bu cümleyi benden daha fazla kuran başka bir kişi olduğunu sanmıyorum.
1878 de uluslararası toplumun dizaynıdır, 1960 da öyledir, 1974’ün de öyle olduğu muhakkaktır.
Zannederim uluslararası toplumun ya da diğer aktörlerin en az dâhil olduğu yegâne kritik tarih 15 Kasım 1983’tür. Yani KKTC’nin kuruluşu!
Öyle ki, bence 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden geçen 3 küsur yılın ardından 6 Kasım 1983’te ilk kez seçime giden ve Turgut Özal’lı yılları başlatan Türkiye’deki sivil yönetim de bu ilanı kucağında bulmuştur.
“Yasadışı ayrılıkçı entite” tanımlamasını başımıza musallat eden bu “tek taraflı bağımsızlık ilanı”, kuşku yok ki Kıbrıslı Türklerin tarih sahnesinden silinmesine doğru giden yolculuğunda önemli bir mihenk taşıdır, demek lazım gelir.
Fakat dediğim gibi, Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorundur ve çözüm yeri de uluslararası platformlardır; tek taraflı fait accompli’ler değildir!
Son dönemde “Ne olacak be abi Kıbrıs sorunu?” diye soranlara “Tek ümidimiz Trump” diye cevap veriyorum.
Bu cevabı bile isteye, tamamen mantık çerçevesinde ve tarihsel olgulara bağlı bir şekilde veriyorum.
Bazıları “Saçmalama be abi” diye cevabımı eleştiriyor ama ben ısrarcıyım. Bizi ancak onun gibi ‘bezirgân bir kafa’ kurtarabilir!
Nitekim bu şekilde düşünenler arasında yalnız olmadığımı da biliyorum.
Bu bağlamda eski İngiliz diplomat William Mallinson geçtiğimiz günlerde çok önemli bir makale kaleme almış.
Başlığı şöyle: “Trump ve Putin, Kıbrıs sorununu çözebilir mi?”
Daha önce de Kıbrıs’la ilgili kalem sallamış ve “Kıbrıs 1974: Bir İşgalin Anatomisi” adlı bir kitap da yayımlayan, geçmişte İngiliz Dışişleri’nde Balkanlar ve Yakın Doğu uzmanı olarak görev yapmış olan Mallinson, oldukça uzun olan makalesinin perspektifini geniş tutmuş.
Yunanistan-Rusya-NATO, Türkiye-Rusya-NATO, Türkiye-İsrail gibi ilişkilerin anatomisinin çizildiği makalede, Kıbrıs sorununun nasıl çözülebileceğine dair bir yol haritası da var.
Kıbrıs tarihinden kesitlerin de yer aldığı makalenin girişinde Mallinson, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi üzerine elli yılı aşkın süredir devam eden müzakereler sürerken, devletlerarası ilişkilerdeki mevcut akışkanlık ve yeniden şekillenmenin olası etkilerini değerlendirme zamanı gelmiştir. Çin, Ukrayna ve Orta Doğu şu anda ABD politikasının odak noktasıdır. Ancak Suriye ve Filistin en azından bir ölçüde istikrar kazanırsa ve Çin ile gerilim azalırsa, Kıbrıs kontrol edenlerin artan incelemesine maruz kalabilir” ifadelerini kullanmış.
Geçen gün Trump ile Putin’in diplomasi tarihinde ender görülen 2 saatlik telefon görüşmesi sonrası Rusya-Ukrayna barışının elle tutulur bir noktaya varması, Esad’ın düşüşüyle birlikte Suriye’de nispeten de olsa sağlanan istikrar, İsrail-Filistin uzlaşısının zor da olsa konuşulmaya başlanması ve ABD ile Çin arasındaki gümrük gerginliğinin azaldığı şu son günlerde, eski diplomatın yazdıkları heyecan verici duyuluyor.
Gerçekten de Trump ile Putin, Kıbrıs sorununun halli konusunda bir çeşit uzlaşıya varabilir mi?
Mallinson makalesinde, adanın üç garantörünün NATO ve Rusya ilişkilerinin yanı sıra, kendi aralarındaki ilişkileri de irdelemiş.
Yunanistan’ın, Rusya destekli Osmanlı’dan bağımsızlık kazanma sürecini, ardından Rusya ile İngiltere’nin pazarlıklarının tarihsel süreçlerini, 1945 sonrası yaşananları makalesine konu eden Mallinson, gelinen noktada kilise etkisine de yer vererek, Yunanistan Ortodoks Kilisesi ile Rus Ortodoks Kilisesi arasında artık derin bir ayrılık olduğunun altını çiziyor.
Bu bağlamda Rum Ortodoks Kilisesi’nin de Rusya’dan çoktan ayrışmış olduğunu vurguluyor.
Bir zamanlar ABD eski Dışişleri Bakanı olarak görev yapmış ve Kıbrıs adasındaki bölünmüşlüğün de mimarı sayılan Henry Kissinger’in “Kızıl Papaz” diye nitelediği Makarios’tan bugüne gelinmesi, pek tabii ki tarihsel anlamdaki ayrışmanın ölçüsüne işarettir.
Yunanistan’ın çok uzun zamandır NATO’cu hükümetler tarafından yönetildiğini anlatan Mallinson, Türkiye’nin de geleneksel olarak Rusya ile NATO arasında bir denge siyaseti izlediğini makalesinde vurgulamış durumda.
Mallinson bu durumu “Türkiye, stratejik konumu ve büyük silahlı kuvvetleri nedeniyle, geleneksel olarak Moskova ile Washington’un farklı çıkarları arasında diplomatik bir denge politikası izlemiştir. Her iki taraf da Ankara’yı kendileri için önemli görmekte ve Türkiye çoğu zaman ‘herkese her şey olma’ yolunu seçmektedir” ifadeleriyle anlatmış.
NATO’nun en çok korktuğu şeylerden birisinin Türk-Yunan savaşı olduğunu söyleyen yazar, bunun NATO’nun güney kanadını çökertecek cinsten bir savaş olacağını belirtmiş.
Kıbrıs’ın iki ülke arasında savaş sebebi olacak bir sorun olduğunu söyleyen eski diplomat, iki ülkenin bu yüzden 3 kez savaş sınırına geldiğini de hatırlatıyor.
Yazar, kendi ülkesi İngiltere için de sert ifadelerle tanımlamalar yapmış. Mesela şunu diyor: “1955’ten bu yana, Britanya’nın Kıbrıs’ı elinde tutmak amacıyla Yunanistan ile Türkiye arasında düşmanlık tohumu ekmede başarılı olması sayesinde, bu iki NATO üyesi üç kez savaşın eşiğine gelmiştir. Bu durum ABD için kabul edilemezdir çünkü olası bir savaş Moskova’ya NATO’nun güney kanadını yıkma avantajı sağlar.”
Rusya’nın, Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin kaldırılmasını istediğini belirten yazar, Rusların bu üsleri NATO üssü olarak kabul ettiğini, tarafsızlık adına bu üslerin yeni çözüm planında yer almayacağını belirtiyor.
“Trump ve Putin’in hedefleri, Orta Doğu’daki çıkarlarını dengelemektir” diyen Mallinson, çözüm için ortaya iki hipotez atıyor:
“İlk olarak, Moskova, Atina’nın açıkça Rusya karşıtı tutumundan dolayı kızgın olduğu için, Kuzey Kıbrıs’ı tanıyabilir. Bu tanıma karşılığında Kıbrıs’ın tarafsız olacağı ve NATO üyeliği başvurusu yapmayacağı bir anlaşma yapılır. İngiliz üsleri iki Kıbrıs devleti arasında bırakılır, Yunan ve Türk askerleri (ELDYK ve TURDYK) geri çekilir. İngiltere, Washington’un isteklerini karşılamaya hevesli olur; bu tutum 1960’tan beri, özellikle Süveyş Krizi’nden sonra hep böyle olmuştur. İsrail’in de bu plana engel çıkarması neredeyse imkânsızdır; zira İsrail, Filistin ve Suriye’nin işgali için Trump’ın desteğine ihtiyaç duymaktadır.
Bu noktada, anlaşmanın bir parçası olarak iki yeni devlet mültecilerin ve mülklerin iadesi için müzakerelere başlayabilir; zaten mevcut olan bir mekanizma vardır. Elbette bu uzun ve zorlu bir süreç olacaktır. Daha sonra iki devlet, İsviçre tarzı bir konfederasyon için müzakere yapabilir ve nihayetinde yeni ve barışçıl bir devlet ortaya çıkarabilirler. Bu süreç yıllar alabilir, ancak Roma bir günde inşa edilmez. Türk gururu tatmin edilmiş olur, Yunanistan ise Rusya’yı “ihanet” etmek zorunda kalır. Türkiye-Kıbrıs ve Ege bağlantısı kopacağı için bu durum, Yunanistan ile Türkiye arasında Kıta Sahanlığı konusundaki müzakereleri kolaylaştırabilir. En önemlisi, Washington’un hep korktuğu Yunan-Türk savaşı riski azalır; zira böyle bir savaş NATO’yu tamamen anlamsızlaştırır.”
Mallinson’un iki hipotezinden ikincisi ise çok tanıdık: “İkinci bir senaryo ise çift taraflı birleşmedir (double enosis). Ancak bu, NATO’yu güçlendireceğinden Rusya için kabul edilemez olur, ta ki NATO yeni Batı güvenlik mimarisinde saldırgan olmayan, tamamen savunma amaçlı, üretim ve silah ticaretinden çok kültüre önem veren bir örgüte dönüşene kadar. Fakat bu ikinci senaryo, insan davranışlarının değişkenliği ve (silah üreticisi) hissedarların açgözlülüğü göz önünde bulundurulduğunda, oldukça idealist bir düşüncedir.”
Adanın şu son geçmiş 3-4 yılında yaşadıklarına bakacak olursak; ABD’nin savunma silahı ambargosunu kaldırması, adanın NATO’ya alınacağı söylentileri, ada etrafındaki uluslararası gaz ve petrol şirketlerinin aktivasyonu, Türk-Yunan yakınlaşması ve İsrail-Hamas savaşı...
Tüm bunlar büyük bir satranç oyununun parçalarıdır ve eğer uluslararası güçler uygun görürse, Kıbrıs sorununu 24 saat içinde çözerler, bize de kimse sormaz!
Nitekim Mallinson da makalesinin sonunda bunu ifade etmiş:
“Washington ile Moskova arasında gelişmekte olan yeni ‘ticari iklim’ sayesinde, Kıbrıs da tıpkı Ukrayna gibi – Avrupa Birliği ne kadar bağırıp çağırırsa çağırsın – çözülebilir. Bu gerçeklik, ne ‘çeşitlilik’, ne ‘eşitlik’, ne ‘sürdürülebilirlik’, ne ‘katılımcılık’, ne ‘ileriye dönük’, ne ‘omuz omuza’, ne ‘küresel dünya’ ve ne de ‘zaman dilimi’ gibi anlamsızca kullanılan, içi boşaltılmış ve tekrarlı bürokratik laflarla değiştirilebilir.”
İlgilenenler için makale: https://www.e-ir.info/2025/05/19/could-trump-and-putin-solve-the-cyprus-conflict/

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.