Başım, gözüm kan içinde ama umurumda değil.
Hayat, bazen beklenmedik bir anda, bir köşede, insana bir fısıltıyla yaklaşır ve onu trajedi ile güzelliğin iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkarır. Celile Hanım’ın hikâyesi de işte böyle bir yolculuktu. Biraz hüzün ve biraz esaretin, sevgi ve hayal kırıklığının, sanat ve kaderin bir araya geldiği bir harman.
Her şey, 1900 yılında başladı.
Celile, genç ve zarif bir kadın olarak Hikmet Bey ile hayatını birleştirdi. Bu birliktelikten birkaç yıl sonra, dünyaya gelen bir bebek hayallerini tamamlamıştı. Ailesi ona büyük hayallerle ona ismini verdi. Ancak hayat, Celile’ye sevinci kadar kederi de sundu. 1905 yılında ikinci çocuğu İbrahim’i kucağına aldı. Ama küçük İbrahim, yalnızca bir yıl sonra hastalığa yenik düşerek aileyi derin bir yasa boğdu. Celile, bu acının ağırlığını taşırken, evliliği de sarsılmaya başlamıştı. Ve 1917’de, Hikmet Bey’den ayrıldı.
Celile, dönemin ve hatta şimdilerin Türkiye’sinde bile devam eden alışılmış kalıplara meydan okuyarak kendi yolunu seçti. Toplumun beklentilerine karşı bir duruş sergilediği bu dönemde, hayatına sürpriz bir misafir girdi: Kemal. O sırada, genç oğluna evde ders veren Kemal, yalnızca bir öğretmen değil, Celile’nin duygularında bir fırtınaya yol açan bir figürdü. İkilinin aşkı, yoğun bir tutkuyu beraberinde getirdi. Ancak bu aşkın farkına varan oğlu, küçük yaşına rağmen cesur bir tepki gösterdi. Öğretmeni Kemal’in cebine koyduğu notta şöyle yazıyordu: "Muallimim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz!"
Bu kesin duruşa rağmen, Celile ve Kemal evlenme planları yapmaya başladı. Ancak, tam nikah masasına oturmadan önce Kemal geri adım attı. Yakın dostu Yakup’a içini dökerken şunları söyledi: "Bu kadar dile gelmiş bir kadınla nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne gözle bakar?"
Bu yersiz sözler, Celile’nin kalbinde bir başka yara açacaktı.
Celile, bu ayrılığın ardından Paris’e giderek sanatına sığındı. 40 yaşından sonra resim eğitimi aldı ve yeteneğini tuvalin renkleriyle konuşarak dünyaya sundu.
İstanbul’a döndüğünde, kısa süreli bir evlilik daha yaşasa da, onun gerçek aşkı hep sanatta kaldı. Celile Hanım, Türk resim tarihinin ilk kadın ressamlarından biri olarak anılacak eserler verdi.
1938 yılına gelindiğinde, Celile’nin hayatındaki en büyük mücadelelerden biri başladı. Oğlu, dönemin zorlu koşullarında mahkeme süreçleriyle boğuşuyordu. Bir anne olarak, tüm gururunu bir kenara bırakarak Kemal’den yardım istedi. Fakat Kemal, bu çağrıya hiçbir zaman cevap vermedi. Yıllar sonra, 1950’de, Celile Hanım, oğlunun özgürlüğü için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başladı. O an, köprüde karşıdan gelen bir figür, göz göze gelmekten kaçındı. Bu kişi, Kemal’den başkası değildi. Görmezden gelmek, sessiz bir vedanın en acımasız şekliydi.
Celile’nin hikayesi, güçlü bir kadının yaşamı boyunca verdiği mücadeleleri ve trajedileri gözler önüne seriyor.
Gözlerini kaybettiği son yıllarında bile, içindeki ışık asla sönmedi. 1956 yılında hayata veda ettiğinde, ardında sanat dolu bir miras ve en büyük eserini bıraktı: Oğlu Nazım Hikmet.
Adı o zamanlar duyulmamış bu mavi gözlü çocuk, bir gün tüm dünyanın tanıyacağı bir şair olacak ve Celile’nin yaşamı, onun dizelerinde yankılanacaktı.
Hayat bazen insanı bir Sessiz Gemi’ye bindirir. Celile Hanım, bu geminin yolcusuydu; sevgiyle karşılaştığı vefasız Yahya Kemal Beyatlı’ydı. Hayatı bir trajediyle, mücadeleyle ve sanatla örülü bir yaşamın temsilcisiydi.
O yalnızca bir anne, yalnızca bir ressam değildi.
O, tarihin unutulmaz bir kahramanıydı.
*
Nazım Hikmet, yıllar sonra, yaşadıklarına duyduğu sitemi annesine anlatırken şu satırlarla seslenecekti:
Uçurtmam bulutlardan yükseklere çıktı,
Bu bir rüya değil, gerçek.
Dizginlenmez sevdalara, yol alıyorum,
Başım, gözüm kan içinde ama umurumda değil.

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.