Siyasetçinin gizli ajandası

Yayın Tarihi: 19/07/25 07:30
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+

“Bu cümle yalandır.”

Ne kadar basit, değil mi? Ama içine girdiğinde, seni bir çıkmaz sokakta sonsuzca döndürür. Doğruysa yalandır; yalan ise doğrudur. Kendiyle çelişen, kendini doğrularken yıkan bir cümle. İnsan aklının sevmediği türden. Çünkü netlik yoktur. Çünkü içinden bir hakikat çekip çıkaramazsın. Ama belki de en büyük hakikat, tam da bu belirsizliğin içindedir.

İnsan inanmak ister!

30 Ekim 1938 sabahıydı. Dönemin NewYork kenti her zamanki sonbahar grisi bir sabahı öğleye taşıyordu. Radyoların en etkili günleriydi. O sabah CBS radyosundan bir tiyatro eserini tanıtmak için şakadan bir haber yapılır.

Bu haberin sonucunda, binlerce insan gerçekten Marslıların dünyayı işgal ettiğine inandı. Polis merkezleri, gazeteler ve radyolar panik telefonlarıyla dolup taştı. Bazı insanlar arabalarına atlayıp kasabalardan kaçtı. Sığınaklara inenler, silahlanmaya çalışanlar, bayılanlar bile oldu.

İnsanın zihni netlik ister. Fakat hayat, özellikle de siyaset, griyle örülüdür. Ne kadar çok söz duyarsan duy, gerçek genellikle söylenmeyen yerdedir. Bir siyasetçinin konuşması, çoğu zaman “Bu cümle yalandır”ın binbir biçimde yeniden söylenmesidir. Doğruya benzeyen, ama gerçeği gizleyen sözler. Umut gibi görünen vaatler, aslında sessiz bir inkârın üzerini örter.

Siyasetçinin cümlesi halk için değil, halkla ilgilidir. Bir gösteri. Bir dekor. Öyle ustaca inşa edilir ki cümleler, içinde hem umut, hem korku; hem doğruluk, hem inkâr; hem adanmışlık, hem ihanet gizlidir. Bu yüzden aynı lider, aynı sözle hem alkışlanır, hem lanetlenir. Tıpkı o yalancı paradoksu gibi: Ne dediği kadar, ne zaman ve kime dediği belirler anlamı.

Peki bu sadece bir retorik oyun mu?

Hayır. Bu daha derin bir yapı: Kurgulanmış gerçeklik.

Politik dil, gerçeği değil, algıyı yönetir. Ve bu yönetim, doğrudan doğruya halkın zihninde kurulan bir dolanıklılıktır. Söz ile eylem, vaat ile sonuç, birbiriyle aynı anda hem bağlantılı, hem kopuktur. Tıpkı kuantum dolanıklılığı gibi… Siyasi kişilik Lefkoşa’da konuşur, halk Mağusa’da hisseder. Bakan Girne’de gülerken, çiftçi Mesarya’da borç düşünür. Ve bu parçalar, görünmez bir sistemle birbirine bağlıdır ama bu bağda halk yoktur. Sadece etki altındaki düşünce vardır.

Çünkü her siyasetçi, ister sağdan gelsin ister soldan, ister dindar olsun ister seküler, gizli bir ajandaya sahiptir. Ve o ajandanın ilk sayfasında ne ekonomi yazar, ne özgürlük, ne adalet vardır. O sayfa, halkın değil, iktidarın sürdürülebilirliği için planlanmıştır.

Orada halk, sadece bir “araç”tır. Göstermelik bir öznedir. Seçim vakti oy, meydanlarda kalabalık, anketlerde rakamdır. Gerçekte ise, ajandanın satır aralarında yok hükmündedir.

İşte bu yüzden, politikacının her cümlesi “Bu cümle yalandır” gibi okunmalıdır. Çünkü sözler doğru görünse bile, gerçekte yalana hizmet eden doğrulardır onlar. Ve bu, sadece ahlaki bir sorun değildir. Bu, sistematik bir dolanıklıktır. Kuantumda olduğu gibi: Aynı anda, farklı yerlerde farklı gerçeklikler yaşanır. Bir masa etrafında kararlaştırılanlar, meydanlarda söylenenlerle çelişir ama halk bunu asla aynı anda fark edemez.

Siyaset, bu paradoksun ustasıdır. Bir seçilmiş “Halk için çalışıyoruz” dediğinde, o sözün içinde ne kadar halk olduğunu değil, ne kadar kazanmaya çalıştığı güç olduğunu sormalıyız. Elbette tüm siyasetçilerin aynı olduğunu söylemeyiz ancak gerçek de şudur:

“Siyasetçinin gizli ajandasında halk yoktur. Sadece halkın gücüne nasıl hükmedileceği yazılıdır.” 

Ve biz, hâlâ doğruları beklerken, aslında kuantum bir çarpılmanın içinde, aynı anda hem kandırılmış, hem ikna olmuş bir halde yaşamaya devam ederiz. 

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları