Tarihe Geçen Haftalar

Yayın Tarihi: 17/12/24 07:00
okuma süresi: 13 dak.
A- A A+

Son haftalarda Türkiye'nin bölgesel ve küresel sahnede yaptığı stratejik hamleler, hem bugünün siyasetini hem de geleceğe yön veren bir tarihsel dönüşümü işaret etmektedir. Bu hamlelerle Türkiye, bölgesel bir aktör olmaktan çıkıp küresel bir güç merkezi olma yolunda kalıcı adımlar atmış; uluslararası sahnede öncelikli bir muhatap haline gelmiştir. Artık Türkiye için sadece “seyirci” olma dönemi sona ermiş, “oyun kurucu” kimliği pekişmiştir.

Zafer ve Tedbir

Türkiye'nin Suriye'deki başarısı, bölgesel dengeleri yeniden şekillendirmiştir. Bu zafer salt askeri bir kazanımdan öte, diplomasinin ve stratejik akıl yürütmenin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin “Apo çağrısına” rağmen, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “YPG ya kendini fesheder ya da yok olur” ifadesi Türkiye’nin bu konuda net ve sarsılmaz duruşunu göstermektedir. Bu mesaj esasen YPG'ye yönelik bir uyarıdan öte, bölgedeki bütün aktörlere bir çağrı niteliğindedir. Ek olarak, Trump’ın bu süreçte hangi yolu izleyeceği belirsizliğini korumaktadır. Bu durum, küresel dengeleri doğrudan etkileyebilecek bir belirsizlik olarak not edilmelidir.

Ankara’nın öncülüğünde elde edilen bu başarıyla birlikte dünya liderlerinin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la temaslarını sıklaştırdığı gözlemlenmiştir. Bu bağlamda, İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” projesi doğrultusunda izlediği işgalci politikalar ve ABD’nin tutumundaki belirsizlik, dikkatle izlenmesi gereken gelişmeler arasındadır. Türkiye’nin temkinli hareket etmesi gereken bir dönemde, “zaferin rehavetine kapılmama” şuuru, diplomatik ve askeri başarının temel ilkesi olacaktır.

Suriyedeki Yeniden İnşa ve Türkiye'nin Rolü

Suriye’nin yeniden inşası Türkiye için bir “siyasi sorumluluk” olmanın ötesinde, “ekonomik bir fırsat” olarak da öne çıkmaktadır. Avrupa Birliği, Çin ve diğer büyük güçler bu sürece dâhil olmak için yarışırken, Türkiye sürecin “kilit aktörü” konumundadır. Bu durum, Türk müteahhitlerine yeni pazarların kapısını aralamış ve Türkiye’nin diplomatik nüfuzunu genişletmiştir.

Bir diğer kritik unsur, “Katar gazı” meselesidir. Suriye iç savaşı nedeniyle rafa kaldırılan Katar gazının Avrupa’ya ulaştırılması projesi, Türkiye’nin “enerji merkezi” olma rolünü pekiştirmektedir. Bu yönde Almanya’nın gösterdiği ilgi, Suriye’nin jeopolitik önemini arttırmış ve Türkiye’yi bu büyük projede kritik bir aktör yapmıştır.

Rusya ve İran’ın Pozisyon Kaybı

Suriye’deki son gelişmeler, Rusya ve İran’ın bölgede kayda değer bir pozisyon kaybetmesine yol açmıştır. Libya, Karabağ ve Ukrayna’daki çatışmalarda etki kaybı yaşayan Rusya, Suriye’de de Türkiye’nin baskısıyla geri adım atmak zorunda kalmıştır. Böylece Moskova'nın Akdeniz’e açılan stratejik kapısı Tartus Askeri Üssü tehdit altına girmiştir. Bunun yanında geçenlerde cereyan eden Kazakistan’daki “dil gerilimi” de göz önünde bulundurulduğunda Rusya'nın Türk Cumhuriyetleri üzerinden nüfuz kaybetmeye başladığı anlaşılmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın giderek güçlenmesi, Moskova'nın endişelerini artıran diğer faktörlerdir. Zira ülkede yoğun Tatar ve farklı Türk kavimleri nüfusu mevcuttur. Bu gelişmeler de Türkiye'nin ve Türkiye Yüzyılı vizyonunun yükselişinin bir işareti olmuştur. Bu süreçte Putin’in stratejilerinin fikir babası olarak bilinen Aleksandr Dugin’in, Türkiye’ye yönelik haddini aşan mesajları dikkat çekmiş; ancak mesajları stratejik uyarılar ve notalar doğrultusunda sonradan silinmiştir. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, mevcut küresel konjonktürde ve Batılı ambargoların ışığında Rusya'nın Türkiye ile iyi ilişkiler yürütme yönünde kararlı bir tutum sergileyeceği değerlendirilebilir. 

Benzer bir şekilde, İran da Suriye’de mağlup olmuştur ve son aylarda İsrail’in hem İran’a hem de Hizbullah’la Hamas’a saldırıları ve suikastları sonucu Şiî hilalinin batı ayağındaki etkisini yitirmiştir. Senelerdir uluslararası izolasyonla karşı karşıya kalan Tahran yönetimi, İsrail’in savaş tehdidi ve bu bağlamda kararlı tutumu olan Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle iyice köşeye sıkışmıştır. İran’ın Türkiye’yle arası gerek Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seneler önce Bakü’de okuduğu ve İran’daki soydaşlara gönderilen açık bir mesaj olarak algılanan "Topraktan pay olmaz" şiiriyle gerekse TRT Genel Müdürü’nün aylar önce, sene sonunda TRT Farsça yayının başlayacağını duyururken “İran’ı rahatsız etmemiz gerekiyor” ifadesiyle gerilmişti. Fakat bölgesel konjonktür İran’ı Türkiye’ye daha yakın bir pozisyona itmiştir. Böylece Tahran, Türkiye’yi bölgedeki stratejik bir ortak olarak görmekten başka seçenek bulamayacaktır. Zira İran’ın İsrail ile savaşı durumunda, bir tek Ankara devreye girecek güç ve kapasitededir.

Hapishane Görüntüleri ve İnsan Hakları Gündemi

Gelgelelim, son bir haftada Suriye'deki hapishanelerden gelen görüntüler uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştır. Özellikle Sednaya Hapishanesi'nden gelen görüntüler insan hakları ihlallerini gözler önüne sererken, Türkiye bu konuyu uluslararası arenada güçlü bir şekilde gündeme getirmiştir. Görüntülerin doğruluğu tartışılsa da, bölgedeki insani dramın boyutu göz ardı edilemez. Türkiye, bu meselede liderlik rolünü pekiştirmiştir.

Türkiyenin Suriyedeki Menfaatleri

Türkiye'nin Suriye’deki menfaatleri, bölgedeki jeopolitik gücünü artırma ve imaj yenileme stratejisi etrafında şekillenmektedir. Suriye'deki Türkiye destekli rejim değişikliğinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok dünya lideriyle görüşmesi, Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumunu güçlendirmiştir. Suriye’nin stratejik konumu, Almanya’nın bölgede siyasi girişimlerde bulunma isteğiyle dikkat çekmiş; Avrupa Birliği’nin Rus gazından bağımsızlaşma çabalarıyla birleşince, Katar doğal gaz boru hattı projesi yeniden gündeme gelmiştir. Bu süreçte Türkiye’nin NATO içindeki stratejik önemi de sıkça vurgulanmış, NATO Genel Sekreteri’nin diplomasi trafiği ve NATO'nun yılın fotoğrafını Türkiye'den bir kare ile değiştirmesi bu önemin somut göstergeleri olmuştur.

Türkiye’nin Suriye politikası, Misak-ı Milli anlayışıyla ilişkilendirilmekte ve gönül coğrafyasını birleştirme çabası olarak algılanmaktadır. “Suriye Türkiye’ye katılsın” şeklindeki yorumlar, ünlü Lübnanlı akademisyen Nassim Nicholas Taleb ve Arap dünyasındaki bazı önemli isimlerin de bu yöndeki açıklamaları, Türkiye'nin bu vizyonunu pekiştiren gelişmelerden olmuştur. Bu görüş Suriyeli sığınmacılar arasında da yaygınlık kazanmış, Türkiye'nin sığınmacı krizini stratejik bir avantaja dönüştürme çabası olarak yorumlanmıştır. Türkiye, özellikle ülkede doğan Suriyeli çocukları Türk kültürüne adapte ederek Türkçe konuşan bir nesil ortaya çıkarmış, böylece bu kitleyi entegrasyonun ötesinde bir toplumsal kazanç haline getirmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Tayfur Sökmen’in Hatay'da izlediği stratejiye benzer bir yol izlediği ve HTŞ’yi destekleyerek Suriye’deki bazı bölgeleri Türk topraklarına katma hedefine yaklaştığı yorumları yapılmaktadır. Bu durumun İsrail’e komşu olma ihtimalini gündeme getirdiği de belirtilmektedir. Suriye'deki yeni hükümetin, İsrail’e karşı uluslararası kamuoyuna yaptığı durdurma çağrısı, Avrupa ülkelerinin de dikkatini çekmiş ve daha fazla sığınmacı istemeyen ülkeler bu sürece destek verebileceklerini ifade etmişlerdir.

Türkiye’nin bu bölgesel hamleleri, Osmanlı mirasının canlandırıldığı algısını güçlendirmiştir. Bu yaklaşım sadece Suriye ile sınırlı kalmamış, Türkiye'nin geçtiğimiz hafta Etiyopya-Somali sorununu Ankara’da çözmesi ve Sudan ile BAE arasındaki anlaşmazlıkta ara buluculuk rolü üstlenebileceğini teklif etmesiyle de kendini göstermiştir. Bu çerçevede, Türkiye'nin bölgesel liderlik pozisyonunu güçlendirme stratejisi, jeopolitik kazanımlarla desteklenmekte ve dünya genelinde geniş yankı bulmaktadır. 

Kıbrıs ve Yunanistanla İlişkiler

Yunanistan ve Güney Kıbrıs, son dönemde İsrail ile olan etkileşimlerini yoğunlaştırarak bölgesel denklemlerde kendilerine avantaj sağlamaya çalışmışlardır. Bu çabalar, kısmen Türkiye'nin bölgede artan etkisine karşı bir dengeleme stratejisi olarak yorumlanabilir. Ancak, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in son günlerde Türkiye’ye yönelik tehditkâr söylemleri, uluslararası kamuoyunda ciddiye alınmamış ve daha çok iç politikaya yönelik bir hamle olarak değerlendirilmiştir. Bu durum Yunan kamuoyunda da eleştirilere yol açmış, Miçotakis’in izlediği agresif stratejinin ülkesi açısından riskli bir hamle olduğu dillendirilmiştir.

Bu bağlamda yeri gelmişken, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki kararlı tutumu ve iki devletli çözüm önerisinin uluslararası alanda giderek daha fazla destek bulduğunu tekraren ifade edelim. Eskiden Türkiye'nin bu çözüm önerisine mesafeli duran uluslararası aktörler, son dönemde Türkiye’nin bölgedeki artan etkinliği ve Kıbrıs meselesindeki sürdürülen diplomatik baskısıyla bu öneriyi daha fazla gözden geçirmeye başlamıştır. Özellikle Güney Kıbrıs’taki bazı siyasetçilerin bile iki devletli çözümün kaçınılmaz olduğuna dair görüş bildirmeleri, Türkiye’nin bu konudaki çizgisinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’a yönelik garantörlük statüsüne dayalı son müdahaleleri de bu süreçte etkisiz kalmıştır. Geçmişte Kıbrıs’ta etkin bir rol üstlenen Birleşik Krallık, son üst düzey ziyaretle Ada üzerinde çözüm arayışlarına liderlik etmek istemişse de, Türkiye’nin kararlı duruşu bu girişimleri etkisiz hale getirmiştir. Normalde, bir meseleyi objektif olarak çözmek isteyen bir aktör, Ada’da her iki tarafla da görüşür; ancak Birleşik Krallık’ın bu yaklaşımı benimsemediği, ziyaretlerinin herhangi bir yankı uyandırmamasından da anlaşılmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin yüz yıl önceki güçlü konumuna geri dönüşünü simgeleyen bir işaret olarak görülmüştür. Çünkü bölgenin kilit ülkesi tekrar Türkiye’dir. Artık, Ada’da sözü geçen ana aktörün Türkiye olduğu da net bir şekilde kabul edilmektedir.

Yeni Bir Çağın Başlangıcı 

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin “bölgesel aktör” kimliğinden “küresel oyuncu” kimliğine evrildiğini göstermektedir. Türkiye'nin Afrika, Kafkaslar, Ortadoğu, Türkistan, Balkanlar ve Avrasya’daki diplomatik ve yerine göre yumuşak veya sert güç çabaları; onu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinden yola çıkarak, küresel bir barış yapıcı ve sorun çözücü aktör haline getirmiştir. Filistin'e verdiği destek, Afrika anlaşmazlığındaki ara buluculuk rolü ve Gazze'deki soykırımı durdurma çabaları Türkiye'nin bu yeni çağdaki rolünün en açık göstergeleridir. Baykar'ın geliştirdiği savaş teknolojileri de Türkiye'nin askeri alandaki üstünlüğünü ve oyun değiştirici rolünü ortaya koymuştur.

Dolayısıyla bu haftalar yalnızca Türkiye'nin stratejik bir zafer kazandığı haftalar değil, aynı zamanda yeni bir çağın başlangıcıdır. Bölgenin düğümleri yavaş yavaş çözülmektedir. Reklam arası bitmiş gibidir.

Son olarak, bir asırdır bölgenin hâkim aktörlerinden biri olan ABD'nin Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Suriye’deki Baas rejiminin devrilmesinden hemen sonra Türkiye’ye gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zamanlaması, karşılama alanı, ay-yıldızlı oturma düzeni ve ABD bayrağının eksikliği gibi unsurlarla güçlü sembolik mesajlar verdiğini de bu doğrultuda değerlendirmek gerekir. 

Yazıyı bitirmeden önce, bu tablo karşısında Türkiye'de kimin Atatürk'ün yolundan gittiğinin, kimin menfaat Atatürkçüsü olduğunun da somut olarak anlaşıldığına inanıyorum.

*****

Bazen yıllarca hiçbir şey olmaz, bazen de birkaç hafta içinde yıllar kadar şeyler olur.

Vladimir Lenin

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Kaan Cenk ADASOY yazıları