Ali aşkıyla değil, Muaviye nefretiyle...
Geçen gece 140 Journos’ta izlediğim bir programda, eski Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in çok güzel bir lafına denk geldim.
Geçen yıl Türkiye’de 31 Mart’ta yapılan ve muhalefetin zafer kazandığı yerel seçimler için “31 Mart’ta insanlar “kim kazansın” diye değil, “kim kaybetsin” diye oy kullandı. Toplumsal öfke vardı. İnsanlar, Ali aşkıyla değil Muaviye nefretiyle oy kullandı. Evet, CHP birinci parti oldu. AK Parti, ikinci konuma düştü. Ancak CHP bu alınan yüzde 38 oyun hepsini kendi oyu kabul ederse bence çok büyük hata yapar. Çünkü bu oyun hepsi CHP’nin sabit oyu değil. Oyların önemli bir kısmı tepki oyudur, protest oydur” tanımlamasını yapan Çelik’in bu tespitinin, Ekim ayında yapılacak olan bizim toplum liderliği seçimimize de uygun olduğunu düşünüyorum.
Elbette Bakan Çelik’in Hz.Ali’ye nasıl baktığını, Muaviye’yi nereye koyduğunu irdelemek bir başka makalenin konusu olabilir ama ben bu veciz lafı Türkçe olarak, içine tarihsel bilgiler de katarak anlatmaya çalışacağım.
Ya da Kıbrıs siyasi muhitinde sürekli hayat bulduğu şekliyle “ehveni-i şere” mahkum olmak olarak!
Öte yandan benim “Ali aşkım” olmadığı gibi, “Muaviye nefretim” de yoktur.
Bu kadar güçlü tanımlamalar için kendimi çok çaresiz ve zayıf görüyorum.
Nefret çok bela bir duygudur, sizi yer bitirir. Aşk ise çok acılara yol açan bir şeydir ve benim kalbimin içinin cam parçalarıyla dolu olduğu da en azından kendime vakadır.
Dolayısıyla lafı yuvarlamadan konuşmam gerekirse, Muaviye, yani bu makaledeki rolüyle Ersin Tatar, benim kesinlikle istemediğim, hiçbir şekilde desteklemediğim, oturduğu ‘toplum liderliği’ makamında hiçbir şekilde düşünmediğim birisidir.
Ha eğer KKTC’ye inanan ve seçime de Cumhurbaşkanlığı seçimi diyen birisi olsaydım gidip yine Ersin Tatar’a oy vermezdim.
Karıştığı onlarca skandal nitelikli olayı geçiyorum, sadece “ben Türkiye’nin papağanıyım” dediği için bile ona oy vermezdim.
Lakin gel gelelim KKTC’ye inanmıyorum, çözümün önündeki en büyük engel görüyorum ve Ersin Tatar’ın da bu bağlamda o makamdan gitmesini arzu ediyorum.
Yani bendeki “Muaviye nefreti” tamamen ilkesel bir durumdur, asla kişisel değildir.
Ha bu arada “Kim bu Muaviye kardeşim?” diye soracak olanlar olacaktır.
Muaviye, tarihsel anlamda İslam dünyasının en çarpıcı ve aykırı kişiliklerinden birisidir. Oğlu Yezid mesela, küfür olarak kullanılır, kendisi de nefret objesidir.
İslam tarihi dersi verme niyetim yok ama kısaca anlatacak olursam, Hz.Osman’ın öldürülmesi sonrası yerine geçen Hz. Ali’nin en büyük muhalefeti olan kişi işte Muaviye’dir.
Kendisi, Halife Osman’ın katli sonrası, yerine geçen Ali’nin halifeliğine karşı çıkmış, tanımamış ve katillerinin bulunmasını şart koşmuştur. Fakat bu katiller hiç bulunamamıştır.
Emevi ailesine mensup Muaviye, en nihayetinde Ali’nin ordusuyla 657 yılında Sıffın’da karşılaşmış ancak savaş sonuçsuz kalmış, iş İslam tarihine geçen meşhur ‘hakemlik’ olayıyla dondurulmuştur.
Fakat bu olay İslam dünyasının büyük ayrışmasının fitilini ateşlemiş, nihayet 661’de Ali’nin de öldürülmesiyle birlikte, Mekke’nin elitleriyle anlaşan Muaviye, 19 yıl sürecek tartışmalı halifelik dönemine başlamıştır. Bu elbette Emevi İmparatorluğunun temelinin atıldığı dönem de olmuştur.
Konuyu bağlayacak olursam, Ali, İslam tarihinde adalet, cesaret, ahlak ve hakikatle özdeşleştirilmiş bir kişiliktir. Hz. Muhammed’in kuzeni ve damadı, dördüncü halife, Şiî inancının en kutsal figürlerinden biridir.
Fakat Muaviye, siyasi açıdan Hz. Ali'ye karşı çıkan, halifeliği saltanata çeviren, Emevî Devleti’ni kuran figürdür dolayısıyla Şiî gelenekte olumsuz bir simge olarak görülür.
Mecaz olarak düşündüğümüzde, ki bu makalenin yazarının kullandığı anlam budur, durumun özeti de şudur: “Bir siyasi partiye ya da lidere, gerçekten inandığı için değil, diğerine duyduğu öfke nedeniyle destek veren birisi.”
“Ali aşkıyla değil, Muafiye nefretiyle davranmak” denilen şey işte budur.
Bu durumda, bu makalede Ali pozisyonunda olan kişi elbette ki Tufan Erhürman’dır.
Kuşku yok ki Kıbrıs Türk siyasi tarihinde onu benden daha çok eleştiren, yerden yere vuran bir başka Allah’ın kulu daha yoktur. Tabii bu durum asla kişisel değil, tamamen ilkeseldir.
Mesela bu seçim döneminde pek federal çözüm anlatmadığı için onu eleştiririm. Yine federasyon için ikide bir ‘bilgidir’ demesini hiç tasvip etmem.
Kuşku yok ki siyaset bilgi notu paylaşılan bir akademi değildir. Bilakis, ideolojiler ve felsefeler ışığında dünyayı daha iyi bir yer haline getirme mücadelesidir ve siyaset bunun en geçerli enstrümanıdır.
Yine daha koltuğa oturmadan Rum muhatabını her fırsatta suçlamak, bir çeşit suçlama oyunu kotarmak, dahası Hristodulidis’le hiç temas kurmamak bence eksi puanlardır.
Öte yandan CTP’nin son dönemde dile getirdiği ön şartlı müzakere istencini de son derece tehlikeli buluyorum.
Elbette çöken müzakere masalarının en büyük mağduru her zaman Kıbrıs Türk tarafı olmuştur, bunun notunu bir kenara koymak lazımdır. Ancak ortaya konulan 4 maddelik paket, Kıbrıslı Rumların asla kabul etmeyeceği bir pakettir. Hatta en başta AKEL’in!
Bu son yazdığımı ara bölgede eski müzakerecilerin katıldığı bir konferansta açık şekilde gözlemlediğimi de not etmek isterim.
Fakat, yine de paketin bir kısmını, özellikle de dayanacak ne zamanı ne de gücü kalan Kıbrıslı Türkler için ucu açık, zaman mevhumsuz bir müzakere modelini hiç benimsemediğimi söylemek isterim. Hakemlik konusunda da bir takım kriterlere ihtiyacımız olduğu açık ancak paketin geneli, tam bölünmenin taşlarını örmesi açısında potansiyel tehlikeli olarak görüyorum.
Aynen Dante’nin cehenneme giden yol tasviri gibi bir şey!
Ama hepsini geçelim, çünkü geçmek zorundayım, çünkü burada konu “Ali” değil, “Muaviye'dir.”
Onun, yani mecazi anlamda Ersin Tatar’ın, Kıbrıs Türk halkına verdiği ciddi zarar, yoklaştırma, itibarsızlaştırma, karikatürüze etme ve daha nice kötülüklerdir.
Ve yukarıda sözünü ettiğim gibi, Tatar’a karşı olan tepki, tek tip bir cenahtan değil, cenahlararası bir tepkidir.
Bunun not edilmesi, görülmesi gerekmektedir.
Bir başka not edilmesi gereken şey de 2015 seçimlerinden bugüne kadar seçmen sayısının yaklaşık 40 bin kişi artmasıdır.
Elbette bu mevzu da başka bir makalenin konusu, seçimlerin meşruiyetinin tartışmalı olması için başlı başına bir husustur.
Lakin burası Norveç olmamakla birlikte, demokrasisi de İskandinav modeline ait değildir.
Ez cümle, diyeceklerimin özeti, makalenin başlığındaki gibidir ve önümüzdeki yaklaşık 120 günlük süre çok şeylere gebedir...

Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.