Müsilaj…
Eski bakan sahte diploma dağıtıyor, KKTC devletinin verdiği yetkiyle kurduğu üniversiteyi çatır çatır kendi çıkarı için kullanıyor. Verilen diplomalar kamuda barem artışı için kullanılıyor, devlet böyle söğüşleniyor. Bütün bunlar bu düzen içinde kitabına uygun yapılıyor, ta ki birilerinin çıkarı çatışana ve bunlar ortaya saçılana kadar.
Eski komutan, 2 yıl KTBK komutanlığı yapmış birisi, yine KKTC devletinin verdiği hakla, Ercan’dan VIP kapısını kullanıyor, kaçakçılık yapıyor, yakalanıyor. Polis, komutanın son 1 yılda en az 20 kez bu kapıdan gidip geldiğini söylüyor. Bunlar şimdilik bilinen rakamlar. Peki ya bunca yıldır bilinmeyenler?
Ama merak etmeyin, bu rezillikler yenile olmuyor. Tarihimiz bu türden rezilliklerle dolu.
Mesela pandemi zamanında herkes evinde çile çekerken, bu ülkeye yatırımcı sıfatı altında insanlar geliyor. Girişi yasak ülkeye Ercan’ın itfaiye kapısından giriliyor. Kendilerini üst düzey yetkililer karşılıyor. Sonra gidip kaldıkları otelde ziyaret de ediyorlar. Olay ülkede infial yaratıyor, polis ön raproları filan mecliste okunuyor, sonra unutulup gidiyor.
Daha geçen ay Meclis Başkanı hakkında yine bizzat mecliste belgeli bir şekilde akaryakıt yolsuzluğu yapıldığı iddia ediliyor. Bozuk bir şekilde yerinde oturan arabaların plakaları kullanılarak akaryakıt alımı yapılıyor, bunlar gezilerde kullanılıyor. Meclis Başkanı reddediyor, istifa etmiyor, en son konuyu hamaset edebiyatına kadar vardırıyor, işin içinden çıkıyor.
Daha anlatsam anlatırım ama değil bu makalenin satırları, kitaplar, ansiklopediler buna yetmez.
Bu rezillik, bu kokuşmuşluk, ya da dün mecliste konuşan CTP’li vekil Doğuş Derya’nın dümdüz tabiriyle, musilaj, tüm ülkeyi sarmış durumdadır.
Yolsuzluk, rüşvet, nepotizm ve daha birçok kötülük ülkenin üzerinde kol gezmektedir.
Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı tüm bunların üzerini kapatmak için bolca yapılıyor ama mızrak artık çuvala sığmıyor.
Çünkü 50 yıl önce kurulan bu düzenin çürümüşlüğü dün programıma katılan sevgili hocamız Ümit İnatçı’nın da ifadesiyle kanser gibi her yere yayılmıştır.
Hoca bu durumu, yani kanserin metastaz yapmasını bilimsel bir durum olarak betimliyor. Sosyolojik olarak yaşanan çürümenin bir yere münferit kalması, başka yere sirayet etmemesi imkansızdır diyor.
Tam da budur. Bu sistem tam bir kanser gibi bizi yemekte ve bitirmektedir.
Ve kuşku yok ki bu tükenişin ağrı kesici içerek, ya da palyatif tedbirlerle duracağı yoktur.
Sorun sistemin üzerine inşaa edildiği zemindedir. O zeminin de hukuksal bir tarafı yoktur. Olamaz da zaten.
Dolayısıyla bu bağlamda bu düzene karşı muhalefet etmek gerekmektedir, onu iyileşmeye çalıştırmak değil.
“Evinin önünü süpürmek isteyenler” bu ifadelerime genelde kızarlar. Kızsınlar.
Tarihsel süreç, yaşanan siyasi istikrarsızlık, eşitsizlik vb. diğer sosyoekonomik sorunlar bu toplumun sonunu getirmek üzeredir ve bunun da sebebi içinde yaşadığımız düzenden başka bir şey değildir.
Bu da beni haklı çıkaran bir gerçekliktir. “Bizi seçin de biz düzeltiliriz” diyenler sistemin içindeki muhaliflerdir ve her ne kadar bu muhalefeti yapan bazılarını tenzih etsem de genelinin sistem içinde aynılaşması kaçınılmaz bir durumdur.
Yani düzenin içinden muhalefet yerine, dışından muhalefet anlayışı gelişmelidir. Ama bu kolay mı?
Değil çünkü kimsemiz içinde bulunduğu konfor ortamından taviz vermek istememekte, değişimden korkmakta, bedel ödemekten kaçınmaktadır. Acı çekmekten korkan bir toplum, değişim yapmaktan da korkar.
İşte bunca yıl sırf bu konformist tavırdan, sırf bu algofobik halden, insanlarımız yalan bir şeye inandırıldı. Burada gerçek bir devlet olduğuna!
Aslında inandırıldı lafı fazla iddialı, alıştırıldı demek belki daha doğru olur.
Bu alışma, ortaya elde ettiği kazanımları korumak için her türlü yola başvuran dibine kadar Makyavelizm’e batmış bir toplum ortaya çıkardı.
Bugün yaşanan bu çürümenin, bu yozlaşmanın temelinde bu toplumsal reaksiyon yatmaktadır.
İnsanların gidip gidip aynı partileri, aynı yüzleri meclise göndermesi siyaset-toplum ilişkilerinin organik bir bağımlılığa dönüşmüş olduğunu göstermektedir. Bugün seçim olsa aynı yüzlerin ve partilerin yine orada olacağı muhakkaktır.
Esas bitirilmesi gereken şey tam olarak bu bağımlılıktır. Ancak bu bağımlılığın bir de Türkiye’ye olan şekli vardır ki sıkıntı esas oradadır.
Çünkü bu sistemin kurucusu Türkiye’nin egemenleri ve onun Kıbrıs’taki iş birlikçileridir.
Bu iş birliğinin en büyük zamkı tabii ki bağımlılıktır. Bu bağımlılık yukarıdan aşağıya doğru bir silsile halinde gitmekte ve her yere ulaşmaktadır.
Uzatmamayım, bu ülkede tuz kokmuştur. Düzenin bu organik dış ve iç bağımlılıklarıyla, hele de uluslararası hukuktan kopuk bir şekilde idame, tedavi ya da tamir edilmesi mümkün değildir.
Bu yüzden tam olarak ne istediğimizi ne yapmamız gerektiğini sorumlu bir bilinçlilik seviyesiyle örgütlememiz, her şeyi bir kenara bırakıp çözüm için odaklanmalıyız.
Yoksa bu musilaj içinde boğulmamız kaçınılmazdır…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.