Geciken ziyaret, artan senaryolar ve ihtiyatlı iyimserlik...

Yayın Tarihi: 04/11/25 07:30
okuma süresi: 10 dak.
A- A A+

2015 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Mustafa Akıncı, seçildikten 10 gün sonra Ankara’da Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü.

2020 yılında Cumhurbaşkanlığı görevine getirilen Ersin Tatar ise sadece 7 gün sonra Ankara’daydı.

19 Ekim 2025’te seçimi büyük bir oyla kazanan Tufan Erhürman ise bugün itibarıyla 17 gün geçmesine rağmen henüz Ankara’nın yolunu tutmuş değil. Tutmayı bırakın, bu ziyaretin ne zaman yapılacağı konusunda hiçbir belirti de göremiyoruz.  

Yok, merak etmeyin, niyetim seçim dönemi boyunca “Erhürman’ı seçmeyin, Ankara onu istemez, randevu bile vermeyecek” diyenlerin o iddiasını körüklemek değildir ancak bu işin uzamasının kabak tadı verdiğini söylemek yanlış olmaz.

Kabak tadı vermiştir çünkü Rum basınının yanı sıra, Erhürman’a karşı şüphe ile yaklaşan muhalifleri onun hakkında  çoktan kara propagandaya başlamış durumdadır.

Ve maalesef Tufan Erhürman’ın bir takım gecikmeli reaksiyonları da buna mahal vermiştir.

Hafta sonu Rum basınında resmen Tufan Erhürman makalesi enflasyonu yaşandı diyebiliriz.

Mesela Nikos Hristodulidis’e çakmak için bekleyen muhalifleri, “Ayvayı yedin, Tufan geldi, korkudan ölüyorsun, seni mahvedecek” şeklinde makale ve haberler düzerken, madalyonun diğer yüzünde “Tufan, Ankara’nın başka bir kuklası daha!” minvalinde yazı yazanların sayısı da hiç az değildi.

Örneğin Filelefteros’un baş makalesinin başlığı “Erhürman en sonunda Hristodulidis’in telefonuna cevap vermeye tenezzül etti” şeklindeydi.

Sevgili dostum Levent Kutay’ın geçtiğimiz hafta bu telefona meselesiyle ilgili yazdığı “Sabırsız Nikos birazcık beklesin” şeklindeki esprili makaleyi bir yere kadar anlarız ama basit bir tebrik telefonuna bile çıkmak için o kadar gün beklemeyi anlamak biraz zordur.

Nitekim Filelefteros’un ilgili makalesinde bu konuda yaptığı “hade ilk günü anlarız, seçim zaferi kutlaması vardı ama sonraki günlerde niye telefona cevap verilmedi” şeklindeki eleştirisi haksız değildir.

Öte yandan Tufan Erhürman’ın bu aramalara istinaden seçimin hemen sonrası Brüksel’deki AB Konseyi zirvesi sırasında sadece 1 kez dönüş yaptığını, aradığını, ancak ulaşamadığı şahsen kesin bir bilgi olarak verebilirim. Ancak o arama sonrası kendisinin tekrardan defalarca arandığını ve yine cevap vermediğini de ayni kesinlikle söyleyebilirim.

Sonuç olarak bu gereksiz konu tam 10 gün boyunca ada basınının manşetlerine yansıdı ve en sonunda da Güney Kıbrıs kamuoyunda “Erhürman, Erdoğan’a danışmadan, telefonlara bile cevap vermiyor” şeklinde yorumlara yol açtığını söylemek yanlış olmaz.

Ve yine maalesef, geçen hafta liderlerle ilk görüşmesini yapan BM Barış Gücü Misyon Şefi, Özel Temsilci Kasım Diagne konusu da yine aynı eleştirilere yol açmıştır.

Çünkü Diagne’nin randevu talebine Erhürman’ın ofisi tarafından hemen yanıt verilmemiş, hal böyle olunca da normal teamülde adanın her iki lideriyle aynı gün görüşen Diagne, Hristodulidis’le Çarşamba, Erhürman’la ancak Cuma günü görüşebilmiştir.

Bunun yanı sıra yakın bir gelecekte adada olması beklenen Genel Sekreter Guterres’in Kişisel Temsilcisi Maria Holguin randevusu konusunda da kafa karışıklığı yaşanmaktadır.

Rum basını, Holguin’in bu hafta adaya geleceğini yazmaktadır. Ancak Erhürman, Holguin ile yapacağı görüşmenin tarihi 5 Aralık olarak vermektedir. Bu tarih belki de dil sürçmesidir zira bu konuları en az benim kadar didik didik eden sevgili Yusuf Kanlı abimiz, son makalesinde bu tarihi 5 Kasım olarak düzeltmiştir.

Doğrusunu söylemek gerekirse 5 Kasım tarihi daha mantıklıdır zira tarafların geçen Temmuz’da aldığı yılın 3. Gayrı resmi zirvesinin en geç Kasım sonuna kadar yapılması kararına uygun olan tarih budur. Yani mantıken Holguin bu zirve öncesi tarafları yoklamak için adada olacaktır.

“Buraya kadar iyi güzel anlattın da beklenen randevu neden verilmiyor, esas onu söyle?” diyenleri duyabiliyorum.

Elbette bu konudaki senaryoları ortaya atanların en büyük söylemi, Erdoğan’ın iki devletli çözümde ısrar ederken, Erhürman’ın ‘federal çözümü destekleyen CTP’nin adayı olarak seçimi kazanması’, yani federal çözüm destekçisi olması, yani aralarındaki derin fikir ayrılığı olarak gösteriliyor.

Tam bu noktada ayrılıkçı tezi destekleyenlerin ekmeğine bal süren açıklama bizzat dün İstanbul’da toplanan enerji zirvesinde konuşan Erdoğan’dan geldi.

Erdoğan konuşmasında İslam dünyasına çağrıda bulunarak “Sizlerden Kıbrıs Türklerinin iki devletli çözüm temelinde yürüttükleri hak, özgürlük ve adalet mücadelesine daha fazla omuz vermenizi bekliyorum. İnşallah anavatan ve garantör ülke olarak biz de Kıbrıs Türk halkını asla yalnız bırakmayacak, haklı davalarında daima yanlarında olacağız” dedi.

İki devletli çözüm konusundaki son ciddi açıklamasını Eylül ayı sonundaki BM toplantılarında yapan ve ondan sonraki süreçte “kim seçilirse seçilsin bir adanın garantörüyüz” şeklinde yuvarlak ifadelerle seçime yönelik direkt mesaj vermeyen Erdoğan’ın yeniden bu retoriğe dönmesi, Erhürman’ı çok zorda bırakacak bir dönemin başlangıcı olabilir mi?

Benim cevabım “kesinlikle böyle bir şey olmasın ama durum buysa çok zora girer” şeklindedir ama benim dememle olsaydı, bugün Kıbrıs sorunu diye bir şey kalmazdı!

Fakat bu konuya iyimser yaklaşan bazı gazeteci büyüklerimiz de vardır.

Mesela yukarıda bahsettiğim Yusuf Kanlı, “Kıbrıs’ta çözüm ya da “çözüm dönemi” açılmalı” adlı son makalesinde iyimser bir tablo ortaya koyarak şunları kaydetmiştir:

Son beş yıldır “Federasyon öldü, adada artık sadece iki devletli çözüm mümkündür” diyen Ankara, şimdi bir anda federasyonun savunucusu mu olacak?

Aslında bu sorunun kendisi yanlış bir varsayıma dayanıyor. Çünkü Ankara hiçbir zaman “iki devletli çözüm” ifadesini katı bir biçimde tanımlamadı.

Bu kavram, isteyenin görmek istediği yere koyduğu bir şemsiye gibiydi.

İki devletli çözüm, evet, tam egemen iki ayrı devletin yan yana varlığı anlamına gelebileceği gibi, adadaki fiili gerçeğin, mevcut iki yönetimin egemenliklerini paylaşmadan, belirli alanlarda yetki devri ve işbirliği temelinde bir üst yapıda bir araya gelmesi — yani semantiğe takılmadan tanımlanabilecek gevşek bir konfederasyon ya da gevşek bir federasyon formuna da dönüşebilir.”

Çok uzun yıllardır Kıbrıs’taki federal çözüm modelini “desentralize ya da gevşek bir federasyonla başlanıp, evrimsel bir modelde ileriki kuşaklar için daha fazla yetki paylaşımına sahip bir federal model” olarak tanımlayan bendeniz, federal modelle, konfederal modelin farkını iyi bilirim.

Yusuf Kanlı “semantiğe takılmayalım” diyor ama federasyon ile konfederasyon semantikten ötede, iki apayrı şeydir ve “egemenlik” vurgusuyla bu işin kotarılabileceği yoktur.

Öyle ki federasyon, ayrılmanın çok ender örnekler hariç (Mesela St Kitts and Nevin’s modeli) yasak olduğu, gücün ortak devlette paylaşıldığı bir kurgudur, birleşmeyi anlatır.

Konfederasyon ise iki ayrı tanınmış entite arasında, ayrılma hakkı da olmak üzere bir takım iş birliklerini öngörür, ortak yetki paylaşımını ifade etmez.

Dolayısıyla Tufan Erhürman’ın seçim döneminde ortaya karışık açıklamalarında kullandığı “kurucu eşit egemen” tanımı, “egemence” tanımıyla karıştırılıp, bir çorbaya çevrilmiş durumdadır.

Yani ne yapalım, dünyanın bütün Siyasi Bilimler Akademilerine haber salıp “arkadaşlar, bizim için federasyon tanımını yeniden yazıp, sulandırın, çorba yapın da bir şey deneyeceğiz” mi diyelim!

Seçim bitmiş, “yapıcı muğlaklık” jokeri kullanılmış, “ortaya karışık kebap” siparişi gelmiş, yenmiştir.

Şimdi net olma, net konuşma zamandır!

Öte yandan federal çözüm cephesinin önemli kalemlerinden gazeteci Hasan Erçakıca abimiz de dünkü makalesinde, Erdoğan’ın “iki devletli çözüm” açıklamasını AKP ile MHP arasındaki gerginliğe bağlayarak, Erdoğan’nın Erhürman’a “dokundurtmayacağını” söylemektedir.

Erçakıca, Erdoğan’ın, Erhürman ziyareti için “en üst düzeyde ağırlanma” talimatı verdiğini iddia ederek, iki parti arasında büyük bir Kıbrıs pazarlığının yaşandığını ancak Erdoğan’ın yeni dönemi başlatma konusunda kararlı olduğunu savlamaktadır.

Hasan abinin “Erdoğan’ın Erhürman’ı küçültmeye değil, tam tersine güçlendirmeye ihtiyacı var. Avrupa ile yakınlaşma sürecinde Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün sorumlusu olmamak büyük önem taşıyor. Erhürman’ın görüşmeden kaçmadan çözüm peşinde koşacağını hepimiz biliyoruz. İzlediği taktikler ve geliştirdiği politikalar, Kıbrıslı Rum lider Hristodulidis’in gerçek tutumunu ortaya çıkaracağa benziyor. Bu süreç sonunda bir çözüme varılamasa bile sorumlu olarak Türkiye’nin gösterilemeyeceğini şimdiden söylemek abartı olmayacak” ifadeleri ‘aklın yolu bir’ diye nitelenebilir belki...

Fakat ben yine de “ihtiyatlı iyimser” denilen ve aslında çok kıl olduğum tanımlamayla bu makaleyi kapatmak niyetindeyim.

O yüzden de en başa dönecek olursak, Erdoğan-Erhürman görüşmesini beklemek ve durumun tam olarak ne olduğunu anlamaktan başka bir çare göremediğimi söylemek zorundayım.

Yoksa yazacak olsam aklımda bin tane teori var, yok değil...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Levent Kutay
Levent KUTAY'dan
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.