Avrupa solunun çıkmazı !
Avrupa Solunun Çıkmazı !
Birleşik Krallık ve Fransa’daki seçimlerin sonuçları hala daha tartışılıyor…. Bölgemizi ve ülkemizi de yakından ilgilendiren seçimleri olabildiğince yakından takip etmeye çalıştım…
Her iki ülkede de benzer sorunların olduğunu özellikle son bir yıl içerisinde bizzat yerinde gözlemleme şansım oldu. Seçimlere iki hafta kala Fransa’nın güney kentlerinde gözlem yapma şansım oldu… Le Pen’in önderliğinde yabancı düşmanı aşırı sağ Ulusal Birlik Partisinin en çok güçlendiği kentler arasında Marsilya da var… Marsilya en çok göç alan ve yüzde 50’ye yakın Müslüman nüfusuyla dikkat çeken bir kent… Côte d'Azur’un Nice kentinde de durum pek farklı değil, göç entegrasyon programı olmaksızın kontrolsüz bir olgu olarak göze çarpıyor !
Fransa ve Birleşik Krallıkta en çok ön plana çıkan sorunların başında göçmen sorunu, eğitim ve sağlık hizmetleri ön plana çıkıyor… Bu şartlar altında, sol partiler refah devletini yeniden kurmak iddiasıyla yola çıktılar…
Fransa’da gerçekleşen iki turlu seçimlerde merkez sağ, merkez sol ve sosyalist-komünist partiler stratejik yaklaşımla Le Pen’in parlamentoda mutlak çoğunluğu elde etmesine izin vermediler…
Ancak Fransa’da sol partiler açısından dış politika yöneliminde anomaliler -çelişkiler mevcut. bunların başında da Alex Antier’in seçim öncesi yazısında da belirttiği üzere Barışı savunan Yeni Halk Hareketinin, Rusya-Ukrayna Savaşına bakış açısında Macron’dan farklı olmayan saldırgan bir dile sahip olduğu vurgulanıyor… (World Socialist Web Site, 26 Haziran 2024). Savaşın bitirilmesi yerine, NATO’nun ofansif politikası Melenchon’un Yeni Halk Hareketi tarafından savunuluyor… Oysa ki, ABD’de ve Avrupa’da yapılan anketlerde ABD halkının %94’ü, Avrupa halkının %88’i Rusya-Ukrayna savaşının bitirilmesinden yana (WSWS, 2024).
Mali’de savaşı başlatan, Suriye ve Libya iç savaşlarında rol alan dönemin Fransa’nın o dönemki Başkanı Francois Hollande da bugünkü Yeni Halk Hareketinin içerisinde yer alıyor…
Bu savaşların çıkmasıyla göçmen ve mülteci krizinin gündeme geldiğini unutmadan Birleşik Krallıktaki İşçi Partisi’nin iktidara gelişini de kısaca değerlendirmekte yarar vardır.
Tam 14 yıl sonra İşçi Partisi Avam Kamarasında çoğunluğu sağladı ve Keir Steimer Başbakanlık makamına oturdu…
İşçi Partisi zaferi elde ederken özellikle refah devleti kavramını öne çıkardı, eğitim ve sağlık hizmetlerinde devlet merkezli bir politikayı vurguladı. Buna ek olarak temiz enerjide süper güç olunacağı da İşçi Partisi’nin manifestosunda göze çarpıyor (bkz. https://labour.org.uk/change/mission-driven-government/). Tony Blair’in önderliğinde 3. Yol konseptini geliştiren İşçi Partisi’nin dış politikada Blair yönetiminden farklı bir çizgide olmayacağı da görülmektedir. Anımsanacağı üzere Liberal müdahaleciliğin yani R2P’nin (Koruma Sorumluluğunun) önderlerinden birisi olmuştu Blair. Bunun neticesinde de önce Kosova daha sonra da Irak ve Afganistan’a yapılan operasyonlarda ABD ve NATO’nun diğer ülkeleriyle ve gelecekteki olası üyeleriyle uluslararası koalisyonu oluşturmuştu. Bu müdahalelerin hiçbiri tam anlamıyla başarıyla sonuçlanmadı. Tam tersine nefreti ve savaşı derinleştirdi ve göç olgusunu daha travmatik bir hale dönüştürdü. İşçi Partisi’nin manifestosundan yukarıda da bahsettiğim üzere Blair döneminin dış politika doktrininden farklı bir yaklaşım yok. İlgili manifestoda Birleşik Krallık olarak nükleer caydırıcılığa bağlılık vurgulanırken, bunun NATO’daki müttefikleri için hayati bir güvence olduğu söylenmekte (https://labour.org.uk/change/strong-foundations/ ). Bunlara ek olarak NATO’yu kuran taraf olarak ittifaka olan bağlılıkla birlikte büyük savunma programlarının uygulanacağı ifade edilmektedir (https://labour.org.uk/change/strong-foundations/ ). Manisfesto’da ayrıca silahlı kuvvetlerin güçlendirileceğine ve Putin’in Ukrayna üzerinden Avrupa’yı tehdidine karşı mücadele edileceği de yer almaktadır. Manifestoda nefret söylemine ve terörizm tehdidine karşı da önlemlerin artırılacağı belirtilmektedir.
Avrupa solunda görüldüğü üzere güvenlikçi bir yaklaşım hakim. Bu güvenlikçi ve müdahaleci söylemin geçmişte bölgesel çatışmaların çıkmasında ve yayılmasında etken olduğu malumdur. İlgili çatışmaların ölçeğinin genişlemesi neticesinde Asya’dan, Orta Afrika’dan Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’ya kadar bir alanda çatışmalar yoğunlaşmıştır. Bunun sonucunda da adına ister göç isterseniz mülteci krizi deyin, insanlık travmatik bir olguyla karşı karşıya kalmıştır. Bu yaralayıcı durum aynı zamanda etki-tepkiyle aşırı sağ hareketlerin de toplum nezdinde destek bulmasına neden olmuştur.
Neo-liberal düşüncenin uluslararası ilişkiler anlayışından kurtulamayan ve buna jeopolitik önceliği eklemleyen Avrupa merkez solunun özgün bir dış politika oluşturamamasından dolayı bir çıkmaz içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır!
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.